Üzerinden tam on sekiz sene geçti… On sekiz sene zarfında bu ülkede demokrasi düzenine ve siyasi istikrara yönelik, birçok hamle yapıldı. Hükûmetin 27 Nisan 2007 e-Muhtıra'ya sert tepkisi, kırılma noktasıdır.
Darbe, muhtıra, postmodern darbe, e-Muhtıra ve vesayet odaklarının ülke yönetimine vaki her türlü gizli ve açık müdahaleleri, nihayet tarihin çöp sepetinde… Bu iddialı cümleye birilerinin itiraz etmesi hiç şaşırtıcı olmaz. Zira memleketimizin bu bakımdan yaşadığı acı tecrübeler, hâlâ hafızalarda canlıdır. Bunun yanında, her zaman darbe ve demokrasi dışı otoriter yönetim anlayışıyla ülkeye hâkimiyet sağlamak isteyen bir damarın varlığı da bu itirazın dayanabileceği en güçlü argümandır. Çok partili siyasi hayatın başladığı 75 yıllık siyasi tarihimizde, netice alan veya teşebbüs safhasında kalan; bütün antidemokratik müdahalelere karşı, dönemin şartları sebebiyle, sivil kanat gerekli ve yeterli tepkiyi ve karşı duruşu ortaya koyamadı. 27 Nisan 2007 e-Muhtıra'sı hariç... Gece yarısı dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından kaleme alındığı belirtilen (Daha sonraki yıllarda bizzat metni kendisinin yazdığını beyan etti) ve Genelkurmay İnternet Sitesinde yayınlanan muhtıra, direkt olarak sivil siyaseti ve demokratik rejimin kendisini hedef alıyordu. Mayıs ayında görevini tamamlayacak olan A. Necdet Sezer’in yerine, AK Parti’nin kendi adayını göstermesine, askerî cenah doğrudan ve açıkça karşı çıkıyordu. 12 Nisan’da, Genelkurmay Karargâhına davet edilen gazetecilere, Yaşar Büyükanıt, cumhurbaşkanının aynı zamanda başkomutan olması hasebiyle, Silahlı Kuvvetlerin bu konudaki tavır ve düşüncesini kendince şöyle açıklıyordu: “Seçilecek cumhurbaşkanının cumhuriyetin temel ilkeleri ve kuralları ile Atatürkçülük gereklerine sözde değil, özde bağlı olması gerektiğine inanıyoruz…” Evet, o günün TSK üst komutası, resmen bağlı oldukları sivil idareye karşı alenen bir anayasal sürecin işlemesine, engelleme yapmaya kalkışıyordu. Aslında durum kalkışmanın da önüne geçmiş bir safhayı anlatıyordu. Asker ve hukuki vesayeti üstlenmiş odaklar, çok kararlı biçimde anayasa hükümlerine göre cumhurbaşkanı seçimini fiilen engelliyordu. Bu engellemeler halk tarafından not edilerek, gerekli demokratik tepki ortaya kondu ve sonuç bambaşka bir şekilde ülke yönetimine yansıdı. İşte bu safhada, e-Muhtıra'nın verildiğinin ertesi günü (28 Nisan), AK Parti Hükûmeti, o vakte kadar askerlerin hiç şahit olmadıkları derecede, sert bir tepki ortaya koydu. Açıkçası hükûmetin bu duruşu, siyasi tarihimizde tam bir kırılma noktası oldu… Gece boyunca tam on dört defa telefonla aranan Genelkurmay Başkanına bir türlü ulaşılamaması, yeteri kadar garip ve düşündürücü değil mi? AK Parti Hükûmet Sözcüsü Cemil Çiçek tarafından 28 Nisan günü yapılan açıklamada, silahlı kuvvetlerin statüsü hatırlatılarak, Genelkurmay Başkanının, Başbakana bağlı olduğu belirtildi. Ve her kurumun kendi görevini yapmasının esas olduğu çok kesin biçimde ifade edildi. O gün itibarıyla, Türkiye’de asker-sivil siyaset dengeleri de köklü bir şekilde değişmiş oldu.
İki sene evvel (Şubat 2023) ölen, eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, o güne kadar benzeri hiç duyulmamış saçma bir görüşle, Meclis toplanma ekseriyetinin üçte iki çoğunlukla yani 367 vekilin hazır bulunmasıyla mümkün olacağını aksi hâlde bunun geçersiz hükmünde olduğunu yumurtladı!.. Ve Anayasa Mahkemesi (AYM) de derhal bu absürt görüşü benimseyerek tatbik etti. Netice olarak belirlenen süre içinde Meclis yeni cumhurbaşkanını seçemediği için, seçimlerin yenilenmesine karar verildi. 2002 seçimlerinde yüzde 34 oy almış olan AK Parti, 22 Temmuz seçimlerinde oylarını yüzde 47’ye yükselterek müthiş bir çıkış yakaladı… Seçimlerden sonra MHP de sistemin işlemesi için AK Parti ile iş birliği yapınca, ortaya sürülen bütün engeller kalkmış oldu ve 28 Ağustos’ta Abdullah Gül 11. Cumhurbaşkanı olarak seçildi… 21 Ekim 2007’de de daha köklü bir reform hayata geçirildi. Yapılan Anayasa değişikliğiyle, cumhurbaşkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesi sağlandı… Rahmetli Turgut Özal, hatıralarında sivil cumhurbaşkanlığı meselesinin önemli bir iddia olduğunu ve bu iddiayı kendisinin hayata geçirdiğini anlatır. Gerçekten Meclis aritmetiği bakımından, sivil bir kişiyi cumhurbaşkanı seçme imkânına sahip olan Süleyman Demirel bu konuda güçlü bir inisiyatif almadı. Ama Özal aynı konuda kararlı davranarak, cumhurbaşkanlığı yolunu sivil kişiler için de sonuna kadar açtı. Ondan önce cumhurbaşkanlığı askerler için âdeta bir terfi makamı olarak görülüyordu. Mesela 1973’te dört yıllık bir görev süresi için Genelkurmay Başkanı olan Faruk Gürler, sadece altı ay sonra üniformasını çıkararak cumhurbaşkanlığına aday olacaktır. Gürler'in metazori adaylığı karşısında, sivil siyaset direniş gösterdi ve seçilmesine mâni oldu. Ancak onun yerine yine bir emekli asker olan Fahri Korutürk seçildi…
Cumhurbaşkanlığı seçiminin siyasi vesayet odaklarının etkisinden tamamen kurtarılması, 21 Ekim 2007 tarihindeki referandum ile esasa bağlanmıştır. 15 Temmuz 2016’daki ihanet kalkışmasının akabinde de daha köklü bir reformla, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi hayata geçirilmiştir.
Geçen on sekiz yıllık zaman zarfında, vesayet odakları her fırsatta eski alışkanlıklarıyla hareketlenip çeşitli maceralara yeltendi. Ama her saferinde halkın güçlü ve sarsılmaz iradesi karşısında geri adım atmak zorunda kaldı...
Özetleyecek olursak yetmiş beş yıllık çok partili siyasi hayatımızda, altmış küsur sene şöyle veya böyle çalkantılarla geçti ve ülkeye çok zaman ve enerji kaybettirdi. 2002 yılından beri AK Parti iktidarının ortaya koyduğu siyasi istikrar ve güçlü yönetim başarısı ülkeyi eski siyasi bunalımlarından kurtardı. Şüphesiz bu çok çok önemli bir neticedir. Tekrar belirtelim ki, bunun kırılma noktası da, 28 Nisan günü ortaya konulan güçlü ve kararlı siyasi tavırdır.
İsmail Kapan'ın önceki yazıları...