Öteden beri bazılarının dillerine pelesenk ettiği bir cümle var: "Türkiye İran gibi olur mu?.." 28 Şubat Döneminin Genelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı, Şah döneminde görev yapmış İranlı bir generalle yaptığı konuşmada, onun kendisine aktardıklarından hareketle, "Başlangıçtaki gelişmeleri yeterince dikkate alıp değerlendirmedikleri için, yaklaşan tehlikeyi fark edemedikleri ve fark ettikleri anda da artık her şeyin bitmiş olduğu..." şeklinde bir analiz yapmıştı. Buna göre kendileri 28 Şubat Sürecindeki uygulamalarla, yani Batı Çalışma Grubu, Andıçlar, meşhur MGK kararları vs. uygulamaları ile laik rejimi korumuşlardı!.. Acaba gerçekten öyle mi? Öyle olmadığı, her geçen gün daha net olarak anlaşılıyor. Yani rejime yönelmiş tehdit ve tehlikeler olarak lanse ettikleri ucubelerin (Aczmendiler, Kalkancılar, Fadimeler vb.) bizzat derin devlet tarafından tezgahlanıp piyasaya sürüldüğü, yani sözüm ona rejimi korumak adına vatandaşlara tuzak kurulduğu, oyun oynandığı, bu arada birilerinin mevcut ortamdan faydalanıp rant üstüne rant vurduğu artık tartışmasız biçimde ortaya çıkmış bulunuyor... Aczmendilerin başı, televizyon kanallarına çıkıp; "Bu rejim kitabın tam ortasından kafirdir!..." diyordu. Bu sözler, devletin kayıtlarında mevcut. Normal bir vatandaş böyle bir şey söylemeye kalksa, yayın stüdyosu basılıp derdest edilirdi. Ama malum şahıs, aylarca bu şekilde şovunu sürdürmüştü. Sonunda da, bütün televizyon kanallarının ısrarla ve özellikle davet edildiği (geç kalanların da beklendiği) bir danışıklı "basılma" mizanseni ile tiyatro perdesi indirilmişti... Karadayı'nın seslendirdiği ve bazılarının da hâlâ devam ettirdiği öyle derin stratejilere gerek yok. Ne Türkiye İran'a benzer, ne İran Türkiye'ye benzer. İki ülkenin toplumsal özellikleri birbirinden o kadar farklı ki... Türk Milletinin devlet algısı ile İran halkının devlet algısı asla benzemez. Dahası bin yıllık Sünni geleneğe sahip Türk milletinin, dini istikamet belirlemede Şia fırkasını izleyecek, taklit edecek, yöntemlerini benimseyecek bir durumu da yok. Bu durum sadece İran için değil, Mısır'daki reformistler için de, Pakistan ve Hindistan'daki Kadıyanilik, Mevdudicilik cereyanları için de, Suudi Arabistan'daki vehhhabilik için de geçerli. Yani bin yıl boyunca Ehl-i Sünnet'in kalesi olmuş olan, Selçuklu ve Osmanlı'nın mirasçılarının, dini açıdan ne Afgani ve Abduh çizgisinden, ne Mevdudi ve Hamidullah gibi isimlerden, ne de Humeyni veya Abdulkerim Suruş'tan öğreneceği bir şey yok. Durum bu kadar açık ve net... İran'ı tanıyanlar bu ülkenin ve halkının Türkiye'den ne kadar farklı olduğunu gayet iyi biliyor ve yapılan kimi tuhaf yorumlara gülüp geçiyor. Türkiye tarihinin hangi safhasında, İran'dakine benzer bir Molla yapılanması olmuş? Her iki ülkenin uzun siyasi tarihindeki, önemli değişimler, devrimler vs. birbirine benzer dinamiklerden mi kaynaklanmış? Sünnilik ile Şiilik arasındaki derin farkları bilmeyenler, çala kalem yazıp duruyor. Hadi dini bilgileri yetmiyor veya hiç yok diyelim. Siyaset sosyolojisi diye bir bilim dalı var. Niçin ona doğru dürüst şekilde müracaat etmiyorlar? "Beyaz Türklük" ille de cehaletle akraba olmak zorunda mıdır?