Medyanın bir bölümü tarafından, bilerek ve isteyerek tırmandırılan zina konusunun hangi noktaya varacağı belli değil. Ama devam eden tartışmalar sebebiyle birçok kişi eteğindeki taşları döktü ve kimin ne düşündüğü aşağı yukarı ortaya çıktı. 348 maddelik TCK Tasarısının, sadece bir maddeye indirgenerek yorumlanması da, herhalde ülkemize mahsus garipliklerden biri ve tabii ki, bunun öncülüğünü de medya yapıyor... Ancak öyle tuhaf şeyler söyleniyor ki, insanın kanı donuyor. Bir kısım basınla birlikte, birtakım sivil kitle örgütleri de canhıraş bir şekilde zinanın suç olmasına karşı çıkıyorlar. Bunu yaparken de, yine her zamanki saplantıyla; getirilmek istenen düzenlemeyi şeriat özlemleri, gericilik, çağdışılık vs. yavelerle anlatıp kendi tezlerini güçlendirmeye çalışıyorlar. Kavramların, kuralların ve toplum gerçeklerinin bu derece gözardı edildiği bir başka memleket var mıdır acaba? Geçmişte genel yayın yönetmenliği de yapmış olan; altmışlı yaşlardaki köşe yazarı, sözümona özgürlükleri savunmak adına zinaya müthiş arka çıkıyor ve şöyle bir hükme varıyor: "İnsanlara hayvanlar kadar özgürlük tanınmayacak mı?..." Evet, evet aynen böyle diyor! "Şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyler." Hayvanlar misali serbest çiftleşmeyi, insanlar için özgürlük olarak değerlendirmek akla ziyan şeyler. O yazıyı okuduğumda, ağzımdan gayri ihtiyari şu söz döküldü: Zır cahillik!.. Nevizade'nin o meşhur tekerlemesi bu tabloya ne kadar da uyuyor: "Cehlin bu kadarı sehl olmaz, kesbsiz ta bu kadar cehl olmaz." Bugün kullanılan kelimelerle ifade edersek şöyle diyor: (Cehaletin bu kadarı kolay şey değil. Eğitim olmadan da bu kadar cehalet olması mümkün değil...) Ondan bir gün önce de aynı gazetede, yeni yetme bir bayan kalemşör, zinayı suç haline getirerek insanların istediği gibi aşk yaşamasına mani olunduğunu yazıyordu. "Aşk" gibi insani ve yüksek bir duyguyu, şehvani arzularla, yani hayvani duygularla karıştırıyordu besbelli. Hadi o yeni yetmenin "aşk" kavramını anlayacak kapasitesi olamayabilirdi ama; hali hazırdaki yönetmeni de üzerine tüy dikip, zinanın suç sayılmasını isteyenleri, "Cahiliye Devri"ne özlem duymakla suçluyordu. Haydaa! Yanlışlıklar silsilesinin neresini düzelteceksiniz?! Eskiden, aralarında nikah akdi olmayan kişilerden meydana gelen çocuklara "Nesebi gayri sahih" deniliyordu. Zamanla bu deyim değişikliğe uğradı. Gayrimeşru ilişkilerin yaygınlaşmasıyla, sokaklarda da "Evlilik dışı çocuk"lar fazlalaştı. Düne kadar,Türk örf ve âdetlerine göre "fuhuş" kabul edilen eylemler, şimdilerde "seviyeli (!) birliktelik" olarak lanse edilmeye çalışılıyor. Gömlek değiştirir gibi "Dost-metres; sevgili-partner" değiştirenler, hızlı aşk yaşayan "playboy" ya da"playgirl" olarak magazin medyasının temel malzemesi olarak kullanılıyor. Tefessüh etmiş dar bir çevrede, kimin eli kimin cebinde belli değil. Sadece yarım gün süren evlilikler bile var... İyi de, aile müessesesi, ahlak, örf-âdet, kurallar, kamu düzeni ne olacak? Evlilik akdi, insanların kendi kafalarına göre, istedikleri şekilde yapabilecekleri bir şey değil ki. Devlet bunu belli kaidelere bağlamış. Bu akdin, mutlaka kendi yetkili memuru tarafından yapılmasını şart koşmuş. Neden acaba? Çünkü, bu düzenlemeyi yaparken elbette kamu düzenini ve kişi menfaatlerini; ailenin, toplumun yapısının korunmasını düşünmüş. Evlilik ve cinsel hayat, sadece bir erkekle kadın arasındaki münasebetten ibaret değil. Erkeğin de, kadının da ailesi, akrabaları, eğer doğmuşsa çocukları, yani onların çevresini teşkil eden geniş bir topluluk bütünüyle etkileniyor. Özellikle çocuklarda, ömürboyu devam eden travmaların doğurduğu sonuçlar ürkütücü oluyor. İstatistikler ortada. O halde, kamu düzenini çok yakından ilgilendiren ve toplumun kahir ekseriyetinin talep ettiği bir düzenlemeyi, bazılarının çağdaşlığa aykırı bulmasının veya öyle sanmasının kıymeti harbiyesi var mıdır? Fakat, tartışmalar sağlıklı şekilde ve doğru zeminde yürütülmezse; sapla saman karıştırılırsa, bazı siyasilerin de kafası karışabilir... CHP'nin bir gün içinde, verdiği sözden çark etmesi bunun sonucu ve son derece de düşündürücü. Son söz olarak şunu söyleyelim; hayati bir meselede karar verilirken, sadece sesi fazla çıkan bazı marjinal kişi ve grupların çığırtkanlıklarına değil, toplumun büyük kesiminin de ne düşündüğüne bakmak gerekir. Eğer kuru gürültüye pabuç bırakılırsa, daha sonra telafisi imkansız sıkıntılar doğar.