İsmi hariç, baştan sona her yönüyle menfi tartışma konusu olan bir dizi... İsmi "Muhteşem Yüzyıl" ama her tarafı dökülüyor. Bırakın ihtişamı, tam tersine, o devri muhteşem kılan bütün değerleri ters yüz eden bir fecaat dizisi. Akciğer kanserinden hayatını kaybeden dizinin senaristi, ölümünden sonra da tuhaf tartışmaların konusu... Meşrep olarak Meral Okay ile aynı kulvarda bulunanlar, onu yere göğe sığdıramıyorlar. Olabilir. Onların gözünde büyük sanatçı, yazar vs. gibi görünebilir. Lakin bir de madalyonun öbür yüzü var. Daha doğrusu, subjektif duygu ve düşüncelerden ziyade, objektif gerçeklere bakmak lazım... Mihenk taşı orası! Okay'ın cenazesi, dün Bebek Humâyun-u Abad Camii'nden kaldırıldı. Merak ederim doğrusu, dün o camiye gelen ve hemen hepsi entelektüel kesimden olan insanlardan kaç tanesi, muhteşem kelimesinin müteradifi olan 'humâyun' ismine dikkat etti? Daha acısı oraya gelen sanatçı taifesinin cenaze adabı hakkında ne kadar bilgisi vardı? Şayet doğru ve yeterli bilgi sahibi olsalar, cenazeyi alkışlamak gibi bir saçmalığa mahal verilir miydi? Dinimizde bırakın cenaze alkışlamayı, tekbir getirmek dahi doğru değildir... Münevver, aydın veya moda deyimiyle entelektüel sıfatına hak kazanabilmek için, oraya gelmiş olan bayan ve bayların kaçta kaçı Fatiha suresini doğru dürüst okuyabilir acaba?.. Bunları sormaktaki maksadım şu noktaya dikkat çekmek: Muhteşem konularda doğru istikamette kalem oynatabilmek için, öncelikle o altyapıya sahip olmak gerekir. Medyada yer alan bir röportajında, Meral Okay, öldükten sonra yakılmasını vasiyet edesiymiş. Neyse ki, bu sakil vasiyet yerine getirilmedi. İslam inancına göre, insanlar öldükten sonra da, bedenleri acıyı hisseder... Bunun için mesela cenaze ılık suyla gasledilir! Entelektüellerimizin en büyük cehaleti, dini konulardadır ne yazık ki! Gelelim Muhteşem Süleyman'a... Osmanlı Padişahlarının hepsi divan şiiri yazmıştır. Kanuni Sultan Süleyman da, hükümdarlığı kadar muhteşem bir şairdir. "Muhibbi" mahlasıyla öylesine nefis şiirler yazmıştır ki, bunları tavsif etmeye bizim kelime dağarcığımız yetmez. Günümüzdeki müptezel, gayrimeşru ilişkilere dahi "aşk" diyerek, en yüksek insani duyguyu, şehvani-hayvani güdülerle karıştıranların o cihangir padişahın aşk ve sevgi anlayışını kavraması hiç mümkün değildir. Şu mısralar muhteşem hükümdarın: "Cihanı gark eden bârân değil, eşk-i revânımdır/Feleklerde eden güm güm benim ah-u figânımdır/Muhibbi râh-ı kûhunda senin çoktan gubâr oldu/Yanılıp demedin bir kez ki hâk-i âsitanımdır..." Evet o muhteşem padişah aşkı ve sevgiyi böyle terennüm ediyor. Sevgi, güzellik ve onunla ayrılmaz parça olan sıkıntıları da çok veciz beyitlerle dile getirir... Mesela: "Bir gül var mıdır ki etrafında hâr olmaya/Var mıdır bir peri peyker ki yanınca ağyâr olmaya." Muhteşem Süleyman'ın şahsı ve devr-i saltanatı hakkında, akla hayale gelmedik yalan ve bühtanlarla karalamalarda bulunup, bunu bir de sanat kılıfı içinde sunmaya kalkışmak, her şeyden önce insafsızlıktır ve izansızlıktır. Sanat eseri denilen film ve dizilerde pekâlâ abartı ve hayal mahsulü şeyler yer alabilir. Ama her şeyi ters yüz ederek, kıymetleri batırarak sanat icra etmek de neyin nesi?!.