On beşten yirmi beşe, peki sonrası?!.

A -
A +

Evet... Çoktandır beklenen gün geldi ve Avrupa Birliğine fiilen de üye olmak için sabırsızlıkla bekleyen on ülke, muradına erdi. Artık onlar da tam anlamıyla Avrupalı oldu! Bakalım Birlik bu katılımı hazmedebilecek mi? Yoksa öteden beri korktuğu "OBEZİTE"=( Hastalık derecesinde şişmanlık) illetiyle sarsılacak mı? Neyse, orasını şimdilik dışında olduğumuz AB düşünsün. Biz kendimize bakalım... Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ne olacak? Türkiye'nin üyelik macerası nasıl bir sonla karşılaşacak? Türkiye'nin Annan Planını desteklemiş olması ve KKTC halkının da referandumla kabul etmiş olması, neleri ne kadar değiştirebilecek? 24 Nisan sonrasında AB cenahından esen olumlu rüzgârların ömrü ne kadar sürecek?.. Cevap bekleyen soruların sayısı hayli kabarık. Ama hepsini burada sıralamaya da gerek yok. Genel vaziyet ortada. Şöyle ki: AB yetkililerinin "HAYAL KIRIKLIĞI" veya "sürpriz" gibi göstermeye çalıştıkları bugünkü durum; aslında başından beri bilinen yahut görülmesi gereken, ancak AB zihniyetindeki tarafgirlik sebebiyle yaşanılan siyasi körlüğün sonucudur. Dolayısıyla onların şikayetçi gibi görünmelerini doğrusu kuşku ile karşılamak gerekiyor. Ne zamana kadar? Ta, Kuzey Kıbrıs Türklerine de, Rumlara gösterdikleri cömertlikleri yansıttıkları vakte dek... Aksi halde, barışa ve çözüme "EVET" diyenlerin ortada bırakıldığı, buna karşılık "HAYIR" diyenlerin hiçbir şey olmamış gibi ödüllendirildiği bir yaklaşımın samimiyetinden bahsedilemez. AB Dönem Başkanı Bertie Ahern'in Tayyip Erdoğan'ı sevecen bir eda ile kucaklaması da, Komisyon Başkanı Romano Prodi'nin, bazı üye ülkelerin ikiyüzlülüğünü ifşa etmek zorunda kalması da (DAHA ÖNCE DE DANİMARKA BAŞBAKANI AYNI İKİYÜZLÜLÜKTEN BAHSETMİŞTİ...), Türk tarafına şimdiye kadar yapılan haksızlıkları ortadan kaldıramaz. Şurası kesin ve net; AB bazı üyeleri hâlâ daha çifte standartla hareket ediyor. Bunu, siyasi-ekonomik veya dini olsun, hangi saikle yaptıkları da fark etmez. Çünkü temelde hepsi, "AVRUPA DEĞERLERİ" ile çelişiyor. Hem Birliğin organları, hem de üye ülkeler, bu ayıptan vazgeçmek zorundadır. Aksi takdirde kendilerini inkâr etmiş olurlar. Eğer AB, olanlardan samimi şekilde bir ders çıkarmışsa, pekala Kuzey Kıbrıs Türklerini de üyeliğe kavuşturacak uygulamaları hızla hayata geçirebilir. Hem barışı, hem de birlikte yaşamayı reddeden Rum tarafına, hâlâ daha, Ada'nın Kuzeyini de temsil etme iddiasına set çeker. Zira gelinen noktada, artık 1974 öncesinde olduğu gibi, Türklerin, Rum Yönetimine bağlı bir azınlık haline getirilmesi mümkün değil. Bir şey daha mümkün değil; Annan Planından geriye giden bir çözümün kabul görmesi. Rumlar, uluslararası iradeye karşı gelmenin bedeli olarak; ceza yerine mükafat görmek gibi bir hayale kapılmamalıdır. Papadopulos'un takınmaya çalıştığı; "hem suçlu hem güçlü" tavırdan bir an evvel vazgeçmesi lâzım. Rusya'nın BM'deki koruyucu ve kollayıcı şemsiyesi altında bu tavrı daha ne kadar sürdürebilecek? Ayrıca Rusya, bu kabil politikanın muhasebesini de yapıyordur elbet... Avrupa Birliğinin kendi kendisini düşürdüğü açmazdan kurtulmasının en köklü yolu da, Türkiye'yi daha fazla oyalamadan tam üyelik için müzakere tarihi vermesidir. Artık her şey apaçık ortaya çıkmıştır. AB'nin arkasına sığınacağı bir bahane de kalmamıştır. Önünde iki yol bulunuyor; Hatasını düzeltmek veya yanlışta ısrar etmek! AB'nin kabiliyetini göreceğiz...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.