Siyaset dünyasında dehşet verici bir itimatsızlık, güvensizlik hüküm sürüyor. İktidar ve muhalefet kanadı arasında tavan yapan bu güvensizlik, her meseleye ön yargı ile yaklaşma sonucunu doğuruyor... MİT Müsteşarının, şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılması üzerine başlayan tartışmalar, bu durumu net biçimde ortaya koyuyor. Uzun yıllardır Meclis'te görev yapan tecrübeli milletvekilleri (Üstelik bir kısmı hukukçu...) mevzuattaki hükümleri görmezlikten gelerek, akla ziyan şeyler söylüyor. CMK 250. Maddede, 2009 yılında yapılan değişiklikle; özel yetkili savcılara mutlak soruşturma yetkisi verildi. Yani, devlet memurlarının görevleriyle ilgili veya görev sırasında; işledikleri iddia olunan suçların soruşturulması için, yetkili mercilerden izin istenmesi mecburiyeti kaldırıldı. Bu yetkinin sonucu olarak, Hakan Fidan ve diğer MİT yetkilileriyle ilgili ortaya çıkan kritik durum; iyi analiz edilirse, koparılan gürültünün anlamsızlığı görülecektir. Zira MİT Kanununun 26. Maddesine göre, bu kurumda görevli personelin; görevlerinin niteliğinden doğan veya görev esnasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı soruşturulması, zaten Başbakanın iznine bağlı idi. Ayrıca 4483 sayılı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yargılanması hakkındaki kanuna göre de, memurların; görev suçlarıyla ilgili soruşturulması izne bağlıdır. (Bu kanun, 1999 yılında Ecevit hükümeti zamanında çıkarıldı. Daha önce, 4 Şubat 1329 tarihli, yaklaşık doksan yıllık geçici kanun, "Memurin muhâkemâtı hakkında kanunu muvakkat", yürürlükte idi. İ.K.) İşte bu kanuna göre, alt derecedeki memurların görev suçlarına dair soruşturulması için mülki amirlerin (kaymakam veya valinin), yüksek dereceli bürokratlar için bakanların; üçlü kararname veya bakanlar kurulu kararı ile atanan belli makamlardaki görevliler (MİT Müsteşarı, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet komutanları vb.) için de, Başbakanın izni gereklidir. İşleyiş de öteden beri böyle idi. Özel yetkili savcının, Hakan Fidan'a dair uygulaması; devletin milli güvenliği ile ilgili, son derece kritik bir durum meydana getirdi. Yeni değişiklik teklifi ile, bu ve benzeri hallerde, devletin âli menfaatlerinin zarar görmemesi için, yeniden 2009 öncesinde olduğu gibi, Başbakanın izin verme şartı getiriliyor. Meselenin özü bundan ibaret... Ama siyaset arenasında koparılan fırtına, vatandaşın gerçek tabloyu görmesini engelliyor. İddia edildiği gibi, ne yeni bir tek adam diktası getiriliyor. Ne yeni bir gladio kuruluyor. Ne de, kimsenin faaliyetleri yargıdan kaçırılıyor. Peki yapılan nedir? Şudur: Hassas görevlerdeki yüksek bürokratların görev soruşturulması, Başbakanın iznine bağlı kılınıyor. O kadar. Peki, başbakan yargılanmaktan azade midir? Yahut, bu yüksek bürokratlar, böylelikle kanuna karşı hesap vermekten muaf mı kılınmaktadır? Ne münasebet! Öncelikle Başbakan, hem hukuki, hem de siyasi olarak, her zaman hesap verir bir mevkidedir. Bahse konu devlet memurları da, elbette gerekli şekil şartlarına uyulmak kaydıyla, her zaman kanun önünde hesap vermek durumundadır. Bunun aksi zaten düşünülemez. Kanun önünde eşitlik, anayasanın değişmez temel prensiplerindendir. Burada korunmaya alınan, bürokratların şahsı değil, devletin milli güvenlik fonksiyonudur.