Üç günden beri Bülent Ecevit hakkında gazetelerde yazılıp çizilenleri; televizyon ekranlarında söylenenleri izliyoruz. Köşe yazarlarının her biri, meslek hayatlarının bir döneminde; onunla yollarının kesiştiği bir veya birkaç olayı da içine katarak; kendi penceresinden Ecevit'i anlatmaya çalışıyor... Diğer taraftan eski ve yeni politikacılar, âdeta kanal kanal dolaşarak Ecevit'le ilgili anılarını anlatıyor, yahut hakkında değerlendirmelerde bulunuyor. Buraya kadar her şey normal. Ancak söylenenler ve yazılanların doğruluğu ve samimiyet derecesi tartışılır!.. Nitekim bazı siyasetçilerin tiyatral tavırları hemen kendini ele veriyor. Kişisel vefakârlık, siyasi nezaket, toplumsal duyarlılık vs. nedenlerle; insanların yaklaşımlarını ince bir ayardan geçirmesi anlaşılabilir bir durum. Ancak övgü yarışında işi abartmak, her şeyden önce etik yönden ve toplumsal açıdan doğru değildir... Çünkü tarihin kayıtlarına yanlış bilgileri aktarmaya çalışmak, toplumun geleceği açısından zararlı bir hareket tarzıdır. Ve "Tarihin kanunları, bilhassa kendisini aldatmaya çalışanlara karşı çok acımasızdır." Onun için övgüde de, yergide de ölçüyü kaçırmamalıdır. Daha doğrusu yalnızca hakikatleri söylemelidir. Eğer hakikatler dile getirilemiyorsa; hiç olmazsa hakikat dışı şeyler seslendirilmemelidir!.. Dünkü ve önceki günkü gazetelerde Ecevit için hep övgü yarışı vardı. Bazıları işi "efsane"leştirmeye kadar götürüyordu. Kimileri onun adına "çağ" filan açıyordu. Bu girdaba katılmayan iki, bilemediniz üç yazar vardı. Mesela Sabah'tan Mehmet Barlas, şu doğru tespitlerde bulunuyordu: "...Ecevit'in iktidarda olduğu dönemlerde yapılanlar, Türkiye'nin kayıp yıllarına da mal oldu. 1970'lerde, Kıbrıs'a askeri müdahale ertesinde, zaferi bir seçim zaferine dönüştürmek yerine, kalıcı siyasi çözüm için çaba harcasaydı, Türkiye her istediğini elde edebilirdi. Ortak Pazar'a rest çekmeyi bir temel politika olarak benimsemeseydi, bugün Türkiye Yunanistan'la aynı dönemde AB'ye girmiş olurdu. 1980'lere gelirken, Demirel'le uzlaşabilseydi, 12 Eylül askeri müdahalesi asla olmazdı..." Aynı gazeteden Hıncal Uluç ise; çok daha katı bir yazı yazmış. "Keşke ben de övgülere katılabilseydim" başlığı altında; Ecevit'i insan olarak pek sevemediğini ifade eden Uluç şunları söylüyor: "Türkiye(de) politik ahlakın temelde yok oluşunun altında Ecevit'in Florya Motellerinde kurduğu hükümetler yatıyor. Sonra Yüce Divanda yargılanan ve mahkum olanlara başbakan olmak için el veren Ecevit, soldakilere hep sırtını döndü. Türkiye'nin 12 Eylül'e sürüklenişini fark edenlerin başında idi Alparslan Türkeş... Ecevit'e, 'Hiçbir karşılık beklemeden,seni nasıl istiyorsan öyle destekleyeceğim, işin başına geç' diye açık davet çıkardı. Ecevit, uzatılan bu eli itip, ülkeyi kaosta bırakınca, müdahale kaçınılmaz oldu..." Uluç daha başka sert eleştiriler de yöneltiyor Ecevit'e. Evet, kimilerinin yere göğe sığdıramadığı Bülent Ecevit hakkında; az sayıda da olsa övgü düzme yerine eleştiri yapan da var. Şüphesiz politik bir lider olarak, onu başkalarından farklı kılan bazı nitelikleri vardı. Çok kitap okuması, şiir yazması, felsefeye meraklı olması gibi, entelektüel yönü farklı idi. Ancak onca uzun yıllara rağmen, başkanlık yaptığı siyasi partilerde, Türkiye için ekonomik program olarak "Köy-Kent" gibi ütopik bir projeden başka ortaya ne koymuştur acaba? Siyasi hayatının sonlarına doğru, Ordu'nun Mesudiye ilçesinde, uygulamaya koymaya çalıştığı Köy-Kent projesi, birkaç ay içinde, rafa kaldırılmak durumunda kalmıştır. Türk Halkı, 1970'li yılların sonlarında; CHP'deki Ecevit iktidarında yaşadığı yokluk ve kuyrukları, 20 yıl içinde unutuvermiş olduğu için; 1990'lı yılların sonunda, bu defa DSP ismiyle, seçimlerde birinci parti durumuna getirdi. Ama çok geçmeden ülkemiz yine büyük bir ekonomik krize girdi ve halk bir gecede yarı yarıya fakirleşti. 2001 krizine tepki olarak; Ecevit'in bir önceki seçimde birinci olan partisi, bu defa yüzde 1.2 oyla en diplere itildi... Kısacası; övgülerde, yergilerde ve tepkilerde ölçüyü muhafaza etmek gerekiyor.