Peki fena mı oldu?!

A -
A +

Kıbrıs konusunda, başından beri olumsuzlukları oynayan ve "çözümsüzlük çözümdür...", statükoculuğuyla hareket eden, yahut "Kıbrıs meselesi 1974'te zaten çözüldü..." hayalciliğini pompalayan kesimlere sormak gerekiyor; Kıbrıs meselesinde, New York'taki görüşme maratonu ile sağlanan yeni süreç fena mı oldu? Yani, şimdiye kadar sürekli olarak "Çözümü engelleyen taraf olma" yaftasını yırtıp atmak ve nihayet ramp ışıklarını üzerimizden çevirip Rumların üstüne fokus yaptırmak iyi olmadı mı? Yoksa, Türkiye bu hamleyi yapmakla Kıbrıs'ı satmış mı oldu?! Evet, "Milli dava" diye dillerine pelesenk ettikleri Kıbrıs'ı her fırsatta iç politika malzemesi yapan siyasi çevrelere ve de siyaset dışı odaklara bu soruları ısrarla sormak gerekiyor... Ve bir hususa daha dikkat çekmek gerekiyor; demek ki, çözüm için kararlılık gösterince ve dersimize iyi çalışınca netice alabiliyoruz... Elbette Kıbrıs konusunda, henüz işin başındayız. Ama, son üç haftada yapılan siyasi temas ve manevralarla hem uluslararası arenada, hem de Kıbrıs müzakerelerinde önemli zemin kazanıldı. Türkiye'nin çok ince bir diplomasi ile hazırladığı ve Denktaş'ın eliyle BM'ye sunduğu üç aşamalı plan, (Yani Kıbrıs Türk ve Rum tarafının 20 Mart'a kadar BM gözetiminde görüşmeler yapması, anlaşmaya varılamayan noktalar kaldığı takdirde, 26 Mart tarihine kadar garantör ülkeler olarak Türkiye ve Yunanistan'ın da katılarak görüşmelere dörtlü olarak devam edilmesi, bu tarihe kadar yine bütün hususlarda mutabakat sağlanamazsa, kalan ihtilaflı kısımların (boşlukların) 31 Mart tarihine kadar Genel Sekreter Kofi Annan tarafından doldurularak referanduma hazır hale getirilmesi...) açıkçası Rumları beklemedikleri bir durumla karşı karşıya getirdi. Bu açmazdan kurtulmak için, karşı hamle olarak Avrupa Birliğini aktif bir aktör olarak devreye sokmayı denediler. Ancak Avrupa Birliği'nin Kıbrıs görüşmelerinde resmi rol almak istemediğini derhal ve kesin bir şekilde açıklaması, bu hamleyi daha başında etkisiz kıldı. Zaten sürecin zaman itibariyle sıkışıklığı ve AB prosedürünün karmaşık ve uzun zamana ihtiyaç göstermesi sebebiyle, Rum Tarafının bu teklifi hiç de gerçekçi değildi. Kaldı ki, Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı da, bu öneriyi kabul edilemez bularak hiç tereddütsüz geri çevirdi. Özetlersek her yönüyle ayağı yere basmayan ve Rumların sırf bir karşı öneri getirmiş olmak için başvurdukları hamle boşa çıkmış oldu! Buna karşılık, Türk tarafının bir adım önde olma pozisyonu devam ediyor... Ve Rumlar, şimdiye kadar karşı çıktıkları, görüşmelere Türkiye ve Yunanistan'ın da katılması ile süreç sonunda, kalan boşlukların Genel Sekreter tarafından doldurulması hususunu, Denktaş'ın son önerisi üzerine kabul etmek durumunda kaldılar... Evet, New York'a istemeyerek gittiğini gizlemeyen ve "İtirazlarımızı söyleyip bir gün sonra Ada'ya döneceğiz..." diyen Sayın Denktaş'ın Ankara'nın kararlılığı karşısında, bu rijit tavrından vazgeçmesinin getirdiği sonuçlar ortada. Şimdiye kadar senarist de, baş aktör de Denktaş'tı. İstediği gibi yazıp oynuyordu. Ama artık durum eskisi gibi değil. Denktaş'ın takip etmesi gereken "Yol Haritası" Ankara'da çiziliyor. Ve Ankara'da da Kıbrıs düğümünü çözmeye kesin kararlı, tek ses ve tek vücut bir iktidar var. Şayet ikili veya üçlü bir hükümet Ankara'da iş başında olmuş olsaydı, bu noktaya gelinebilir miydi? Samimi olmak lazım; eğer gelinebilir olsaydı, Kıbrıs ihtilafı böylesine iki ayağımızı bir pabuca sokar mıydı? Netice olarak Kıbrıs sorununda Türkiye ve KKTC masayı terk eden taraf olmamıştır ve olmayacaktır da... Eğer Rum tarafı terk ederse de bunun bedelini yüklenmek durumunda kalacaktır. Buna karşılık Türk tarafı, Annan Planının zemininde, ama itiraz ettiği noktaları müzakere zeminine çekerek bir çözüme ulaşmanın kapısını aralamıştır. Bu kararlılığını sürdürdüğü takdirde mümkün olan en iyi sonucu da elde etme imkanı mevcuttur...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.