Proaktif dış politika...

A -
A +

Başbakan Tayyip Erdoğan, dış basında üç yüzden fazla habere konu olduğu, önemli gazetelerin manşetlerine bile çıkarıldığı halde; Türkiye'nin; bazı Orta Doğu ülkeleri arasındaki ihtilafların giderilmesinde oynadığı mühim arabuluculuk rolünün, yerli medya tarafından değerlendirilmemesinden şikayet etmiş... Eeh, hükümetin politikasına ve siyasi kimliğine karşı, peşin bir yargısı veya ideolojik alerjisi olanların, hakkı teslim etmesi kolay olmuyor!.. Hükümet, 2003 yılında "Irak'a Komşu Ülkeler Toplantısı"nı organize ederken, ABD'nin isteklerinin derhal kabul edilmesini isteyen kimileri; işi alay etme noktasına kadar götürmüştü. Sonradan bu toplantılar, ABD ile İran arasında bile, dolaylı görüşmelere zemin oluşturacak bir platform haline gelmesine rağmen; bazı kalemler aynı yaklaşımı terk etmedi. Oysa Türkiye, 2003'ten bu yana yepyeni açılımlarla; proaktif bir dış politika üslubunu hayata geçirmiş bulunuyor. Bu politik anlayışın önemli özelliklerini şöyle özetlemek mümkün: Öncelikle dış politika alanında da, güvenlik-özgürlük dengesini gözetmek. Yani ülke güvenliğini sağlarken, özgürlüklere de itina göstermek... Komşularla olan ihtilafları gidermek. Bu, "Komşularla sıfır problem" diye ifade ediliyor. Üçüncü olarak Türkiye'nin yakın havzalarla ilgili olmasıdır. Burada, tarihi coğrafyamızla yeniden aktif ilişkiler içinde olma hedefi var. Dördüncü olarak, Türkiye'nin küresel güçlerle dengeli ilişkiler geliştirme stratejisidir. Bunu 'Tek bir merkeze mahkum olmamak' şeklinde de ifade etmek mümkün. Proaktif dış politikanın beşinci önemli özelliği de yeni alanlara açılmaktır. Burada Afrika ve Latin Amerika'ya yapılan yeni açılımlardan tutunuz da; İslam Konferansı Teşkilatı içinde daha etkili olma, BM Güvenlik Konseyi'nde geçici üyelik elde etme vs. önemli mekanizmalar için sürdürülen politikalar söz konusu. Nihayet bütün bunları da içine alan, yeni bir diplomatik imaj ve üslup... Bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye'nin son beş buçuk yılda yürüttüğü dış politika faaliyetlerinde; başta 2003 yılında en büyük gerginlik ve yoğunluğun yaşandığı, 1 Mart Tezkeresi, Kıbrıs Meselesi ve referandum, AB'den alınan müzakere tarihi olmak üzere; her alanda farklı bir tavır ve refleks gösterildiğini görüyoruz. Keza, ABD ve müttefiklerinin İran ve Suriye'yi izole etme operasyonları, Filistin'de seçimleri kazanan Hamas'ın bertaraf edilme faaliyetleri ve nihayet Irak'taki direniş ve iç çatışmaların giderek sertleşmesi ile Kuzey Irak'ta yuvalanan bölücü terör örgütünün ülkemize yönelik eylemlerinin artış göstermesi karşısında takip edilen politikalarda, bu yeni diplomatik üslup hakimdir... Lübnan'da Cumhurbaşkanının seçilebilmesi için gösterilen yoğun çabaların merkezinde Türkiye'nin olduğu aşikardır. Bu sebepledir ki, Başbakan Erdoğan; Mişel Süleyman'ın and içme töreninde, 'en önemli konuk' olarak yer almıştır. Türkiye Lübnan'da; bir tarafta Suriye-İran ve Suudi Arabistan rekabeti, diğer tarafta Suriye ve Fransa zıtlaşmasının hüküm sürdüğü bir ortamda; doğru ve etkili bir yöntemle taraflar arasında uzlaşma sağlanmasında kilit rol oynamıştır. Erdoğan'ın bilhassa yemin törenine çağırılmış olması da, bunun neticesidir. Dış basında bu olgu, "Osmanlı'nın dönüşü..." diye tanımlanırken; bizim medyamızda da "Cumhuriyet'in reddettiği Osmanlı'ya ait tarihî eserlerin Çankaya Köşkünde sergilenmesi doğru mudur?" diye sorgulama yapan bir zihniyet var karşımızda!.. Suriye ile İsrail arasında 13 yıl aradan sonra, dolaylı da olsa yeniden barış görüşmelerinin başlayabilmiş olması; Türkiye'nin güvenilir arabuluculuk rolü sayesindedir. Burada, Türkiye'nin büyük devletlere yakışır tarzda ve tarihî gerçekleri dikkate alan bir hassasiyetle meselelere yaklaşması, tarafların itimadını kazanmasını sağlamıştır. Ama bütün bunları görebilmek için, evvela dış politikayı magazin konuları arasından çıkarmak gerekiyor!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.