AK Parti ve hükümet üzerinden, devletin bütün mekanizmalarına yönelik, kesintisiz bir "PSİKOLOJİK HAREKÂT" söz konusu!.. Bir gün Başbakanın sağlığı ile ilgili yalan-yanlış bilgiler servis ediliyor. Bir gün Başbakanlık Başdanışmanı ile Dışişleri Bakanı arasında koltuk kavgasının hüküm sürdüğü balonu uçuruluyor. Ama daha sürekli biçimde, Emniyet ile MİT veya asker ile polis arasındaki çekişme ve çatışmanın hikâyeleri üfürülüyor... Bunlar psikolojik harekâttan sadece birkaç örnek. Ve şüphesiz yeni şeyler değil bunlar. AK Parti'nin iktidara geldiği ilk günden beri, aralıksız biçimde sürüyor. Daha önceki iktidarlar zamanında da aynısı vardı. Ancak eski iktidarların tepki verme biçimi ve düzeyi çok farklı idi. Genellikle, bu tür tezvirata karşı sessiz kalarak, konuyu unutturtma veya çok mecbur kalınırsa, cılız bir tepki ile tehlikeyi savuşturma refleksleri yerleşmişti. Bu yüzdendir ki, hemen bütün hükümetler; asker-medya- iş dünyası- bürokrasi, bazen muhalefet, bazen "derin devlet" diye tanımlanabilecek blok ve yapılardan gelen taarruzlardan dolayı kolayca aşınmış, güç kaybetmiş ve çoğu kez görev dönemlerini dahi tamamlayamadan çekilmek zorunda kalmıştır... Ama AK Parti iktidarı, diğerlerinden çok farklı bir duruş sergiledi. Kısaca "DİK DURMA" diye ifade edilen bu tutum ve bunu besleyen, perçinleyen siyasi kimlik, mahut psikolojik harekâtı etkisiz kılmayı başardı. Buna rağmen, karşı taraf hedeflediği sonuca ulaşma konusunda ısrarlı! Dikkat edilirse, başta Başbakan olmak üzere, iktidar kanadının bütün mensuplarına kişisel ve kurumsal ölçekte gizli-açık tehditler gırla gidiyor. Güya, siyasi söylem çerçevesinde seslendiriliyor ancak; dikkatle analiz edildiğinde, işin ucunun nerelere uzandığı hemen görülüyor. Erdoğan dün partisinin grup toplantısında, CHP'lilerin tanklı-toplu söylem ve "HESAPLAŞMA" tehditlerine karşı, "HANGİ DİLDEN ANLARSANIZ O DİLDEN..." şeklinde çok net bir tavır koydu. Bugüne kadar, halen bazısı CHP saflarında parlamenter olan isimlerin; ikide bir Menderes'in akıbetini hatırlatarak, Erdoğan'ı baskılama ve yıldırma taktikleri işe yaramadı. Aynı şekilde askerî cenahtan gelen bildik baskı ve tehditler de sökmedi. Ki, bunun en belirgin formatı, 27 Nisan e-muhtırası idi... Ama o muhtıra, aynı zamanda her şeyi ters yüz eden bir kırılma noktası da oldu. Öyle bir noktaya gelindi ki, 2011 Ağustosunda; genelkurmay başkanı ve üç kuvvet komutanının toplu istifası bile siyasi arenayı heyecanlandıramadı. Zira dört saat içinde onların yerine gerekli atama yapılarak, sivil otoritenin üstünlüğü ve devletin normal işleyişi tereddütsüz ortaya kondu. Özetlersek, sivil iktidara karşı muhtelif cephe ve cenahlardan yürütülen her türlü psikolojik harekâta karşı, AK Parti; demokrasilerde olması gereken tavrı, yani DİK DURUŞU gösterebildi. Bunun içindir ki, her seferinde halktan daha büyük bir destek almış ve neticede, üçüncü dönem iktidarında, her iki seçmenden birinin oyunu alarak, meşruiyetini ve bu meşruiyete dayanan siyasi gücünü pekiştirmiştir. Ne Meclis komisyonundaki kavgalar, ne genel kurulda kürsü işgali, ne Wikileaks belgeleri, ne Stratfor asparagasları... Ne tehditler, ne gözdağı, ne meydan okuma, ne o ne o. Bu yeni tavra hiçbiri sökmüyor, sökmez!