17 Nisan itibariyle Kıbrıs'ta yeni bir dönem başlamış bulunuyor. Bu dönemin "Yeni" diye nitelendirilmesinin sebebi, şüphesiz Sayın Rauf Denktaş'ın yarım asrı geçkin aktif politika ve mücadele devrinin kapanmış olmasıdır. Henüz 20'li yaşların başında iken, Kıbrıs davası için görev üstlenen Denktaş, önce 'yavru vatan'ı müdafaa cephesinde silahlı mücadeleye katıldı. Burada üstün hizmetler verdikten sonra, Kıbrıs Türk Toplumu Liderliğinde Dr. Fazıl Küçük'ün halefi oldu. 1976 yılına kadar taşıdığı "Toplum Lideri" ünvanını; bu tarihte; önce Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devlet Başkanlığı, daha sonra da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı sıfatına tahavvül ettirerek 30 yıl devam ettirdi. Yani değişik görev ve sıfatlarla Kıbrıs davasına 60 yıl, dile kolay tam 60 yıl büyük bir mücadele verdi. Önce gerilla, daha sonra hukukçu; diplomat ve devlet başkanı olarak çok zor ve çileli şartlarda geçirilen bir ömür... Herhalde tarih yazarları bu altmış senenin muhasebesini çok teferruatlı yapacaklardır. Rauf Denktaş'ı aktif politika sahnesinden çekilmeye sevk eden gelişmeler son iki-buçuk senede yoğunlaştı... 'Anavatan'daki dramatik iktidar değişikliği, 'yavru vatan'ı da çok derinden etkiledi. Çünkü Türkiye'nin kırk küsur senedir devam eden siyasi yaklaşımı, radikal denebilecek ölçüde bir değişikliğe uğradı. 2002 Kasım'ına kadar "Çözümsüzlük de çözümdür..." anlayışı, bu tarihten itibaren kararlı şekilde bir çözüm arayışına dönüştü. İşte bu rüzgardır ki, KKTC'de yapılan iki genel seçimde ve bir referandumda, Rauf Denktaş ve onun gibi düşünenlerin tezlerinin artık terk edilme mecburiyetinin doğduğunu ortaya koydu. Pek tabiidir ki Denktaş, kırk yıl canla başla savunduğu görüş ve tezlerinden dönüş yapamazdı. Nitekim yapamadı da!.. Ne yazık ki bu açmaz, senelerin birikimi ve dış dünyadaki yaklaşımların belirlediği ortamda, Rauf Denktaş'ı, Kıbrıs'ta çözüm istemeyen "Uzlaşmaz" kişi pozisyonuna soktu. Doğru veya yanlış, haklı veya haksız; ama giderek perçinleşen bu hükümlerin değişen orandaki gerçekliği ve doğurdukları sonuç maalesef Kıbrıs davasına zarar vermeye başlamıştı. Öylesine zararlı olmaya başlamıştı ki, Türkiye'yi de hem BM, hem de AB paltformlarında giderek köşeye sıkıştırıyordu. Bu açmazdan kurtulmak gerekiyordu. Ama Rauf Denktaş kendisine göre haklı gerekçelerle, bu esnekliği göstermek istemiyordu. Nitekim 2002 yılında, Annan planı ilk ortaya atıldığında; eğer bu esneklik gösterilebilmiş olsaydı, belki de bugün KKTC de, Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte AB içinde yer almış olacaktı! Fakat AK Parti iktidarı, henüz çok yeni olduğu ve Kıbrıs konusunda yeterli hazırlığı da olmadığı için, klasik politikayı ve tabii Denktaş'ın direnişini aşamadı... Bilahare bunu başardı ama, bu defa da yeterli zaman yoktu. Bütün bunları iyi değerlendiren Rum tarafı çok önemli bir mesafeyi kolayca katederek AB üyesi oldu!.. Evet, kahramanlar da ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, hata yaparlar. Beşer olarak bundan kaçınmaları imkansızdır. Ancak bu hataların bedeli bazen çok ağır oluyor. Sayın Denktaş, hâlâ daha ısrarla kendisinin haklı olduğunu savunuyor, savunacaktır. Ama gerçekler de bütün acı yüzleriyle ortada. Ve maksadımız Sayın Denktaş'ı yargılayarak uğurlamak değildir. Onu tarihe ve tarihçilere bırakıp, teşekkürlerimizi bildirelim. Önemli olan Kıbrıs meslesinin bundan sonraki seyridir. Denktaş, halefi Mehmet Ali Talat'a ilginç övgülerde bulundu. Kendisini tebrik ederken şöyle dedi: "Liderlik sabır ve soğukkanlılık ister. Talat yılan gibi soğukkanlı maşallah. Rumları da çatlatacak kadar sabırlıdır. Gönül rahatlığıyla devrediyorum..." Bu tesbitler çok önemli. Mehmet Ali Talat ile Rauf Denktaş'ın politik anlayışları neredeyse taban tabana zıt. Ama her ikisi de "Yavru Vatan"ı koruma ve varlığını dünyaya tescil ettirme noktasında bütün güçlerini kullanmışlardır, kullanacaklardır. Talat farklı bir imajla, Denktaş'ın yıpranan isminin dezavantajlarını bertaraf etmeye çalışırken, aynı zamanda onun tecrübelerinden de, her adımda yararlanmalıdır. Ve tabii Sayın Denktaş da, gerekli desteği esirgememelidir. Bu desteği vereceğini de zaten ilan etmiştir. Fazla söze hacet yok; dün Denktaş, bugün Talat, yarın bir başkası... Önemli olan hedefe ulaşmaktır. Görevi ve sıfatı ne olursa olsun, herkes bu hedefe ulaşmada azami gayret ve fadakârlığı göstermek durumundadır.