Kıbrıs'ta önceki gün yapılan referandum, pek çok sonuçlar doğurmuştur. Bunların hepsini bir yazıya sığdırmak mümkün değildir. Ancak belli başlı olanlarını şöyle sıralayabiliriz: Birincisi, ilk defa gerçekleşen bu referandumla, Kıbrıs Türk Halkı, self determinasyon, yani kendi geleceğini belirleme iradesini ortaya koymuştur. Bu irade çerçevesinde; hem dünya ile birleşme, hem varlığını ve müstakilliğini tescil ettirme noktasında, hiçbir şüphe ve tereddüde yer bırakmayacak şekilde uluslararası kamuoyuna, uluslar üstü kurumlara haklılığını kabul ettirmiştir. Bu husus kesindir... Başbakan M. Ali Talat'ın ifadesi ile Kıbrıs Türk halkı kabuğunu kırmıştır. Bu çok ama çok önemli bir gelişmedir. Yani bundan sonra Ada'nın tek temsilcisi Rumlar değildir!.. İkincisi, Kıbrıs Rum halkı, yüzde 75.8 gibi kahir bir ekseriyetle Annan Planına hayır diyerek bir gerçeği çok çarpıcı şekilde açığa çıkarmıştır. O da şudur: Bugüne kadar bilinen veya kabul edilenin tersine, Kıbrıs'ta uzlaşma istemeyen taraf Türkler değil, Rumlardır. Bu noktada da şüphe kalmamıştır. Üçüncüsü, Avrupa Birliği, şimdiye kadar tamamen yanlış bir politika ve tutumla, çözümü engelleyen ve uzlaşmaz taraf olan Rum Yönetimi'ni, bütün uluslararası hukuki normlara ve mevcut anlaşmalara rağmen, ne pahasına olursa olsun, AB üyeliğine kabul ederek, ne kadar yanlış bir şey yapmış olduğunu anlamak ve hesaplamak durumundadır. İki ve üçüncü maddelerin toplamı olarak şimdi, Kıbrıs Rum tarafının siyasi liderleri halkını kandırarak yanlış karar verdirmenin, AB yetkilileri de adeta bile bile yürüttükleri tarafgir ve sakat politikalarının sonuçlarını oturup hesaplamak durumundadır. Yani artık onlar düşünsün!.. Dördüncüsü, KKTC'nin beynelmilel statüsü bundan böyle çok farklı bir mecraya girecektir. Siyasi tanınmaya kadar gidebilecek, ama ondan önce izolasyondan sıyrılma, ambargolardan kurtulma ve dünya ile bütünleşme yönünden, düne göre çok daha olumlu bir mevkidedir. Yapılacak diplomatik hamlelerle, bu kazanımların hangi oranda gerçekleşebileceğini zaman gösterecektir. Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler ve de Amerika, verdikleri sözlerin arkasında durmak zorundadır. Aksi halde inandırıcılıklarını aşındırmış olurlar. Beşincisi, KKTC'nin siyasi konjonktüründe meydana gelecek olan değişikliklerdir. Şurası kesin; artık hiçbir şey 24 Nisan öncesindeki gibi olmayacaktır. Kıbrıslı bir gazetecinin dediği gibi, Rauf Denktaş'ın "Zeytinyağı misali su üstüne çıkma" manevrası tutmayacaktır. Sayın Denktaş, bu saatten sonra hangi itimada ve güven esasına dayanarak, KKTC'ye liderlik yapacaktır? Hem KKTC'de, hem dış siyaset arenasında feci şekilde aşınmış karizması ile bu mümkün müdür? Bize göre değil... Başbakan Mehmet Ali Talat'ın da belirttiği gibi, bundan böyle KKTC'nin dış politikası birinci derecede hükümet tarafından yürütülecektir. Denktaş her şeye rağmen koltuğunu terk etmemekte dirense bile, artık ikinci derecede bir siyasi kişilik olarak rol oynayabilecektir. Keşke Sayın Denktaş kendisini bu hale düşürmeseydi. Keşke ters taraftan Rum Lideri Papadopulos'la aynı çizgiye düşmeseydi. Keşke Anavatan Türkiye'nin hükümeti ile böylesine köprüleri atmasaydı... Ve keşke, çok daha önce bugünleri görüp gerekli esnekliği göstererek, bu kadar gecikmeden Rum tarafının uzlaşmazlığını ve çözümün engelleyicisi olduğunu ortaya çıkarabilseydi. Özetlersek; hem BM, hem AB, ve hem de Kıbrıs'ın her iki tarafı için artık yepyeni bir devir başlamıştır. Bu yeni dönemin mahiyetini irdelemeye devam edeceğiz.