Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer'in Harp Akademilerinde yaptığı konuşmaya dair yorumlar devam ediyor. Aslında Sayın Sezer'in konuşması bütünüyle ele alındığında, çok yeni bir muhteva ve ilk defa serdedilen görüş yoktu. Yani Cumhurbaşkanının esasen yıllardır çeşitli vesilelerle seslendirdiği görüşlerini, bütün halinde genel hatlarıyla bir kere daha özetlemişti. Konuşmanın esas dikkat çeken ve en fazla polemik ve spekülasyona yol açan kısmı, hiç şüphesiz; "Rejim hiç bu kadar tehdit altında olmadı..." ifadesi idi. Acaba gerçekten durum böyle miydi? Bir ülkenin Cumhurbaşkanının, rejimin şimdiye kadar görülmemiş derece büyük tehlike ve tehdit altında olduğunu söylemesi öyle sıradan bir şey değildir. Böyle durumlarda büyük yankı ve yansımalar beklenir. Mesela geçmişte buna benzer ifşaatlar olduğunda piyasalar allak bullak olurdu... Ama bakıyoruz ki, Sezer'in konuşmasının ertesinde İstanbul Borsası tavan yapıyor!.. Bu neyin göstergesi acaba? Sayın Cumhurbaşkanının algıladığı tehlike ve tehdit acaba ne kadar isabetli bir teşhistir? Sezer'in bu açıklamasından hemen sonra, Meclis Başkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı, son derece net ve kesin ifadelerle, halkın böyle bir tehlike ve tehdidin varlığına inanmadığını ve zaten de böyle bir durumun söz konusu olmadığını kayıtlara geçirdiler. Adı üstünde ülkenin savunmasıyla görevli bakanlığın başındaki Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün açıklamaları çok enteresan... Diyor ki; "Sayın Cumhurbaşkanının dile getirdiği konular benim bakanlığımı doğrudan ilgilendiriyor. Ama son dört buçuk yıldan beri Sayın Sezer, bu konu ile ilgili olarak benden hiçbir bilgi istemedi ve bir şey de sormadı. Hatta emrindeki Devlet denetleme Kurulu'na rapor hazırlatmak ve MGK'ya konuyu getirmek gibi bir yola da başvurmadı..." Bu tespitler çok önemli. Diğer taraftan bazı yazarlar, Sayın Sezer'in son çıkışını; 2001 yılındaki büyük ekonomik krizde bardağı taşıran son damla olan, dönemin başbakanı Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatma hadisesinden daha vahim bir durum olarak yorumladılar. Neyse ki, Türk ekonomisi kırılganlıktan kurtulduğu için bu defa 2001'deki gibi bir ekonomik felaket yaşanmadı. Sezer'in diplomatik krizlere yol açan buna benzer tavır ve hareketleri de var. Ancak onların tümünü, kendisi Çankaya'daki görevini tamamladıktan sonra ele almayı düşünüyoruz. Zira daha bir ay gibi bir zamanı var. Bu süre zarfında söyleyeceği başka şeyler de olabilir. Onun için hepsini görüp öyle değerlendirmek daha doğru olur. Cumhurbaşkanı görev süresini tamamlayıp Köşkten ayrılmaya hazırlanırken, bu toplumu ümit ve heyecan yerine, maalesef korku ve endişeye sevk edebilecek bir beyanatta bulunmuştur. Neyse ki, halk Sayın Sezer ile aynı görüşü paylaşmadığı için, bu beyanatın etkisi fazla olmamıştır. Sezer, konuşmasında defalarca laikliğe ve rejime dair vurgular yaparken, demokrasiyi hep es geçmiştir!.. Cumhuriyetin niteliklerini belirten Anayasanın ikinci maddesindeki "demokartik" ifadesi olmasa, neredeyse hiç demokrasinin d'si geçmemiş olacak... Yani sayın sezer demokrasi ve özgürlüklerden bahsetmeyip, rejimin kırmızı çizgilerine ağırlık vermiştir. Böyle olunca da ortaya sanki otoriter eğilimli bir düşünce yapısı ortaya çıkmıştır. Oysa Cumhuriyetin değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek niteliklerinden birisi de "demokratik" niteliğidir. Sayın Sezer, laikliği haddinden fazla vurgularken, niçin demokratikliği bir kere olsun vurgulamıyor acaba? Oysa bu ülke, Sayın Sezer'i özgürlükleri ve demokrasiyi savunan ve önemseyen bir hukukçu kimliği ile tanımıştı. Mesela Anayasa Mahkemesinin 38. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada şöyle diyordu Sayın Sezer: "Oysa demokratik devlet düzeninde, ulusal iradeyi temsil eden parlamento dışında, sorumsuz bir cumhurbaşkanının yönetimi paylaşması ve tek başına önemli yetkiler kullanması kabul edilemez..." O günkü Sezer portresi ile bugünkü arasında çok ama çok fark var. Acaba hangisi gerçek Sezer? Yani bugün söyledikleri mi, yoksa o gün söyledikleri mi gerçeği ifade ediyor?! Sezer'in Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı görevlerinde birbirine neredeyse taban tabana zıt profiller çizdiği aşikar. Ülkede ekili dar bir çevre, kendisini Çankaya'daki "laiklik bekçisi" olarak gördüğü için, bu çelişkili düşünce ve davranışlarını hep görmezden geldi. Ama geniş halk kitleleri şüphesiz bu durumu çok farklı değerlendiriyor...