Şayet günün birinde araştırmacılar, üniversite rektörlerinin seçimleriyle ilgili serüvenleri, dört başı mamur şekilde derleyip; kamuoyunun bilgisine de sunabilirse, Türk insanının yüksek düzeyde eğitilmesi ve "bilim üretme" çalışmalarıyla görevli kurumlarda; dillere pelesenk olmuş "Bizans oyunları"nın dahi nasıl fersah fersah geride bırakılabildiği dehşetle görülebilir... YÖK sistemiyle birlikte, eğitim hayatımızda her gün değişik bir dönem başladı. Hemen herkes güya bu düzene karşı ama; birileri de her zaman mevcut ortamdan en iyi şekilde yararlanmasını beceriyor! Özellikle Ahmet Necdet Sezer'in Çankaya'da oturduğu son yedi yıllık dönemde rektör seçimleriyle ilgili öyle ilginç hikâyeler cereyan etti ki, kıvrak kalemi olan bir yazar bu hikâyelerle Nobel bile alabilir!.. Pek çoğunu daha önce okuduğunuz bu hikâyeleri, tek tek burada tekrarlamanın manası yok. Ancak rektörlük seçiminde mesela, bin üç yüz küsur oy alan bir aday yerine, onun onda biri kadar oy alabilmiş birinin YÖK tarafından sıralamaya konulması, "seçim" kavramı ile hangi açıdan bağdaşabilir? Peki ya Cumhurbaşkanının şimdiye kadar tespit edilen adaylar arasında yaptığı tercih ne kadar objektif? Bu konuda isim isim örnekler vermek mümkün ama; her biri geniş tartışmalara, davalara konu olmuş hikâyeler zaten tarafınızca malum... Mesela Gazi Üniversitesi'ndeki rektörlük seçimi... En son iki olaydan bahsetmek yeterli olur sanırım: Ankara Tıp Fakültesi Dekanlığına seçilen Prof. Tümer Çorapçıoğlu'nun YÖK tarafından veto edilmesi, fakültedeki 355 akademisyenin imzaladığı bildiri ile protesto edildi. Kocaeli Üniversitesinde ise, daha değişik bir durum söz konusu: İki dönem yani tam sekiz yıl rektörlük yapan eşi Prof. Baki Komsuoğlu'ndan görevi devralan yeni Rektör Prof. Sezer Ş. Komsuoğlu; gelen haberlere göre, seçimlerde kendisini desteklemeyen bazı öğretim üyelerine karşı değişik uygulamalar başlatmış. Kocaeli Üniversitesi, aile boyu yönetim için tek örnek değil elbet... Hemen hemen bütün devlet üniversitelerinin kürsü ve fakülte yönetimlerinde eş-akraba dayanışması mebzul miktardadır. Onun için Kocaeli Üniversitesinde Komsuoğlu soyadından başka rektör olacak kimse yok mu diye sormanın bir manası da yoktur!.. Ahmet Necdet Sezer, yedi yıllık görev süresince kendi (laiklik) görüşü açısından rektörlerin seçiminde özel bir dikkat gösterdi. Yeni kurulan on beş üniversitenin rektörlerini belirleme konusunda da YÖK ile tam bir iş birliği sergiledi. Eski uygulamada yeni kurulan üniversitelerin ilk rektör seçimi hükümetin belirlediği adaylar arasından yapılıyordu. Ancak bu dönemde, AK Parti hükümetinin "kendi yandaşlarını atayacağı" iddiasıyla YÖK şiddetli bir muhalefet gösterdi ve yasal olmayan bir biçimde, vekil rektör uygulamasına girişti... Hükümet ortaya çıkan kaosu sona erdirmek için kanun çıkardı. Fakat Sezer bu kanunu veto etti. Aynı kanun hiç değişikliğe uğramadan tekrar Meclis'ten çıkınca, bu defa Sezer iptali için Anayasa Mahkemesine dava açtı... Bütün bunlar, hükümetin "laiklik karşıtı isimleri rektörlüğe seçmesini önleme gayreti" ile yapılıyordu herhalde!.. Çankaya'nın muhalefet performansını görüyorsunuz değil mi? 5573 Sayılı "Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilat Kanunu, Yüksek Öğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun", yani A. N. Sezer'in hakkında iptal davası açtığı kanun, geçen hafta Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Kanunun iptali ile ilgili uzun izahat ve muhalefet şerhleri de yazıldı, yayınlandı. Şimdi yeni kurulan üniversitelere rektör seçimi tekrar yılan hikayesine döndü... Herhalde 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununun 13. maddesine göre yapılacak. Daha kuruluş aşamasında bu kadar hukuki-siyasi (CHP de bu meseleyi Anayasa Mahkemesine taşımıştı çünkü...) tartışma ve çekişmeye konu olan üniversiteler, acaba ülkenin eğitim ve bilim yönünden ilerlemesine ne kadar katkıda bulunabilir? Cevap zor değil: Eski üniversitelerin durumuna bakıp tahminde bulunabiliriz...