Lafı dolaştırmaya gerek yok!.. Şahsiyetli dış politika, kısaca gücünün farkında olmak; hatta bundan da önce 'kimlik bilinci'ne sahip olmak, yani kendisini diğerlerinden farklı kılan unsurların ne olduğu ve hangi avantajları kazandırdığının farkında olmaktır... Şahsiyetli dış politika; (Batı'nın güçlü ülkeleri bu işe ne der, sırtımızı sıvazlar mı; yahut bizi azarlar mı, hatta bize şamar atar mı...) gibi endişelerle, her daim onların gözünün içine bakarak karar vermekle oluşturulamaz. Bizde maalesef 19. asırdan, hatta 17. asırdan (Viyana bozgunundan) beri, hüküm süren bir eziklik-ezilmişlik hâli, özellikle devlet yönetimi üzerinde etkin olan kimi bürokratlar, aydınlar (münevverler) arasında kök salmıştır. Pazarlık gücünü kullanamayan, gerektiğinde bazı riskleri göze alamayan; ürkek, sinik, hasılı her şeye korku ve endişe ile bakan, yabancı devlet adamlarına kendi görüşlerini kabul ettirmeye çalışmak yerine; onlara âdeta teslim olarak ve böylece onların desteğini kazanmaya çalışarak, postunu muhafaza etmeye gayret eden sözde devlet adamları yüzünden, koskoca bir imparatorluğu kaybettiğimizi unutmamalıyız. Bugün hâlâ daha, ardıllarınca parlatılmaya devam edilen Osmanlı'daki son asır vezirlerinden, veziriazamlarından (Mesela: Osmanlı bayrağındaki hilalin yanına haçı da koymadıkça bu memleketi ileriye götüremeyiz... diyen Mithat Paşa vs.) birçoğunun, devrin İngiliz, Fransız, Alman ve Rus devlet adamlarına (sefir ve nazırlarına) sırtını dayayarak ve tabiatıyla onların isteklerine boyun eğerek, hükümet etmeye çalışmış olması ne acı şeydir! O zihniyetin devamı, bugün de şahsiyetli dış politika yerine, sindirilmiş-korkutulmuş bir hâlin icabı olarak; edilgen, ürkek ve pasif bir hariciyenin savunuculuğunu sürdürüyor. Meşhur "1 Mart tezkeresi"nin Millet Meclisi'nde reddedilmesi üzerine, panikleyip; "Beyaz Saray artık Ankara'nın telefonlarına bile çıkmayacak..." türünden hezeyan döktürmüşlerdi. Davos'ta, TC Başbakanına karşı bütün diplomasi ve nezaket kurallarını çiğneyen Şimon Peres'e, "Niçin ekselans değil de, sen sıygasıyla hitap etti..." diye, Tayyip Erdoğan'a yüklendiler. (Bu durum Türkiye'nin başına felaketler açacak...) diye ortalığa kendi vehimlerini saldılar. Türkiye, Suriye ile yakın diyalog kurduğu, Hamas'ı dışlamadığı, İran ile ilişkileri geliştirmeye çalıştığı için hep, hükümeti ve dış politikasını eleştirdiler. Peki şimdi neler oluyor? ABD başta olmak üzere, Batı ülkeleri, bütün bu konularda; Türkiye'nin izlediği çizgiye yaklaşan bir politikayı benimsemeye başladı... Merak etmeyin Sudan konusunda da ezberler bozulacak! Obama'nın Türkiye'ye yapacağı ziyareti yarın ele alacağım. Ama ondan önce, Cumhurbaşkanı Gül'ün; sadece dört hafta önce Moskova'da, Kremlin Sarayı'nda, en üst düzeyde ağırlandığını hatırlatarak, bugünkü yazıyı noktalayalım.