Henüz lise talebesi olduğum yıllardı; Aksaray'da cadde üzerindeki bir birahanenin önünden geçerken; müzik yayını arasında şöyle bir anons kulağıma çarptı: "Sevgili müşterilerimiz, eğer dertlerinizi alkolle boğmayı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü onların hepsi yüzme bilir ve bir süre sonra kadehinizin yüzeyine çıkarak karşınıza dizilirler!" Bazı şeyleri çabuk unutursunuz. Ama bazıları öyle manalıdır ki, kolay kolay unutamazsınız. Aradan çeyrek asır geçtiği halde, yukarıdaki sözler aklımdan çıkmadı. Hiçbir zaman dertleri alkolle boğmak gibi bir niyetim olmamasına rağmen; belki de buna yeltenen pek çok kişinin içler acısı halini gördüğüm için, unutmadım, unutamıyorum. Ayyaş veya alkolik dediğimiz, tedaviye muhtaç, zavallı, çaresiz, talihsiz insanların durumu, başkalarına yeterince ibret olsaydı, acaba çilingir sofralarının müdavimleri olan "akşamcılar"ın yahut "demlenenler"in sayısı geometrik dizi ile büyür müydü?! Ne gezer... Haberlere bakılırsa, son günlerdeki sahte rakı faciası, meyhanelerdeki yığılmaları hiç de eksiltmemiş. Tam tersine bazı aklıevveler, içme işini şov için daha da abartıyormuş. Bazıları da tedbir olsun diye önce merkeplere içiriyormuş! Sahte rakı... Sanki hakikisi çok matah bir şeymiş gibi, bir de sahtesi üretilip satılıyor. Sahtecilik işinde sınır yok. Sahtekârlar engel tanımıyor; Sahte rakı, sahte viski, sahte sigara, sahte ilaç, sahte para, sahte doktor, sahte profesör, sahte polis, sahte subay, sahte müfettiş, sahte tüccar, sahte avukat, sahte savcı, sahte mühendis, sahte gelin, sahte kaynana, sahte damat vs. vs... Bunlarla ilgili haberleri her gün; kesintisiz şekilde, ama her seferinde insanı hayretten hayrete düşüren farklı olaylarda okuyoruz, izliyoruz. Düşünülen ve uygulanan hiçbir tedbir bu sahtekârları durduramıyor... Maalesef onlar daima bir adım önde. Baksanıza, polis sahte rakı üreticisine sesleniyor; "Bu ölümleri ancak sen durdurabilirsin!" Çünkü ne kadar zehir imal ettiğini, nerelere ve kimlere dağıttığını en iyi o biliyor. Polis, ancak ihbar edilen veya boş arsalara atılan şişelere el koyuyor. Sahtekârlara karşı çıkarılan kanunlar daha Meclis'te tartışılırken; biliniz ki, "mevzuat boşluğu"nu onlar çoktan tespit etmiş durumdadır. Ne kadar sert cezalar getirirseniz getirin, nafile! Devlet yetkilileri de bunun gayet iyi farkında. Diyorlar ki, polisiye tedbirlerle sahtekarlıkların önü alınamaz. Evet... Sahtecilere ve sahtkârlıklara karşı, başka mücadele yöntemleri geliştirmek lazım. Onların içindeki canavarı, yine onların eliyle öldürmek lazım. Yani onların yanlış taraflarını ıslah etmek lazım. Bunun en etkili çarelerini bulup uygulamak lazım... Ama reyting uğruna, aile müessesesinin en önemli unsurlarını sahteleştirip topluma sunmaya çalışırsanız, bu işin sonu gelmez. Dikkat edin son günlerde sahte rakıdan ölen kadın sayısı hiç de az değil! Hani "aslan sütü" gibi saçma isimlerle erkeklere içirilen meret, meğer dişi aslanları da vuruyormuş. Acaba onlar gelin miydi, kaynana mıydı?! Eğer toplumu gerçeklerden koparıp sahte dünyalara yönlendirirseniz, olacağı budur. Özellikle askeri darbelerden sonraki sıkıyönetim dönemlerinde, toplumu oyalamak, onları siyaset, ekonomi, sosyal yaşantı vs. gibi ciddi ve faydalı şeyleri düşünmekten uzaklaştırmak için müstehcen filmleriyle, porno yayınlarıyla meşgul etme kurnazlığına başvurursanız sonuç her zaman felakettir. "Televole" diye isimlendirilen seviyesiz magazin programlarının pıtrak gibi her kanalda uç vermesi; 28 Şubat döneminin, yani postmodern darbenin bir ürünü değil mi? Gelin ve kaynanaların birlikte oynayıp tepindiği magazin programları; geçen zaman içinde, hızlı değişmelerle her türlü sahtekarlığın, rezaletin, ahlaksızlığın döndüğü yapımlara dönüştü. Şimdi yetkililer, bu rezaleti nasıl durdururuz diye kafa yoruyorlar. Ancak bundan rant kesen kesimler şiddetle tepki gösteriyorlar. Onun için bunların önüne geçmek galiba artık mümkün değil. Bazıları özgürlük ve modernliği diline dolayarak rantı kotarmaya çalışacaklar. Galiba başaracaklar da... Sahtekârlıklara dayalı programları, özgürlük gerekçesi ile ciddi ciddi savunanlar da, bir kez olsun bunların yaptığı tahribatı araştırma zahmetine katlanmıyor. Mesela bu programların sebebiyet verdiği boşanmalar, ayrılıklar, aile içi şiddet, evden kaçmalar, bunalımlar vs. Bunlarla ilgili istatistikler ortaya konsa da, halk gerçekleri öğrense. Ama nerdee!.. İşin kolayını galiba Mehmet Barlas bulmuş; diyor ki: "Bırakın bu programlar sürsün. Aksi halde insanlar gerçekleri düşünüp konuşmaya, tartışmaya başlarsa, memleketin durumu ne olur..." Sahte dünyalarda, sahtekârların oyuncağı olmak... Ne feci bir durum!..