Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gazetecilerin sürekli olarak kendisine başörtüsüne dair soru sormasından o kadar bizar olmuş ki, bütün sükunetine rağmen sonunda âdeta patladı... Ankara'da görev yapan muhabir arkadaşların konu bulmakta zorlanmasından mıdır, yoksa amirlerinin kasıtlı biçimde kendilerini belli istikamete zorlamasından mıdır bilemem ama; yıllardan beri ben de meslektaşlarımızın kimi konularda biteviye sorduğu, çoğu zaman gereksiz-yersiz, hatta münasebetsiz, bazen de kışkırtıcı, ajite edici sorulardan rahatsızım! Bunu söylerken kimse sorgulayıcı gazeteciliği eleştirdiğimi zannetmesin. Elbette her konuda ilgili ve yetkililere soru sorulacaktır, sorulmalıdır. Ama bir mesele hakkında kamuoyunu aydınlatma maksadı başka, meseleleri mecrasından çıkarıp ihtilafları körüklemek daha başka... İşte hepimizin bıktığı gazetecilik biçimi bu ikincisi. Bir gazeteci, Bayan Gül'e ilkokula giden öğrencilerin başörtüsü takmasıyla ilgili soru soruyor. O da cevap veriyor. Daha sonra bu cevabın kendisi Abdullah Gül'e soruluyor. Cumhurbaşkanının bu konuda eşinden farklı düşünmediği zaten belli değil mi? Ama olsun yine de soruluyor. Sonra bu cevaplar da Başbakan Erdoğan'a soruluyor. O da kendi açısından bir yorum yapıyor. Erdoğan Cumhurbaşkanı ve eşinin cevabını aynen tekrarlamayınca, bu defa acaba işi başka noktalara çekebilir miyiz gayreti başlıyor sanki... Hani başörtüsünün çözüm yolundan ziyade, Gül ile Erdoğan arasında bir görüş ayrılığı vs. peydah edebilir miyiz cinliği!. İşte hepimizi bıktıran aslında bu hinlik. Başörtüsü meselesinin yıllardan beri, hep kötü niyetle deşildiğini bilmeyen mi var? Tam da üniversitelerde meselenin suhulete kavuştuğu bir dönemde, birtakım gölgeli bağlantıları olduğu sabit olan iki ailenin çocukları, ille de başörtüsüyle ilkokula gideceğiz diye tutturuyor... Peki bu tuhaf hamle yeterince dikkat çekici değil mi? Ondan hemen sonra da CHP'nin salvoları geliyor. Kılıçdaroğlu ve yardımcıları, üniversitede başörtüsüne çözüme destek vermek için, ilkokula dair garanti verilmesini şart koşuyor. Haydaaa!.. nereden nereye! Türkiye'de meselelerin ne kadar sağlıklı tartışılabildiğinin en sivri örneklerinden biridir bu. Ve bu kör dövüşü içinde meslektaşlarımız ha bire Cumhurbaşkanına temcit pilavı gibi aynı soruyu soruyor. Sayın Gül bıkmasın da ne yapsın. Türkiye'nin kafa yorulması gereken bunca meselesi var. Ama zoraki yollarla problem haline getirilen başörtüsü, gündemi bu denli meşgul ediyor. Boşu boşuna vakit ve enerji kaybı. Ne var ki, bu durum birilerinin hiç ama hiç umurunda değil. Onlar üzüm yemenin değil, âdeta bağcı dövmenin derdinde... Beyler, hakikaten hepimiz bıktık. Yeter artık bu kısır döngü, bu mantıksız tartışmalar, bu anlamsız sorular, sözüm ona sorgulamalar... Bunlarda ülkenin bir yararı yok. Birbirimizi yormayalım! Daha akıllı ve mantıklı hareket edelim. Bir düşünün hele, otuz yıldan beri malum mesele gündemi bu denli meşgul ediyor. Peki yazık değil mi? Sakın ha sakın, kimse bu tarz aptalca sorularla veya hassasiyetleri kaşıyan hinliklerle gazetecilik yaptığını filan bize yutturmaya kalkışmasın. Yemezler!.. Hele hele bu şekilde, ülke yararına bir iş yapıldığını kimse iddia etmesin. Son söz: "Felâtun'u beğenmez nice divaneler"in hayli bol olduğu 'Bab-ı telli'de ukalalar da hiç eksik değil ama, ukalalıklara karnımız fazlasıyla tok. Daha da fazla bıktırmayınız!..