Bizde hep böyle olur zaten! Herhangi bir tabii afet veya insan hatasından kaynaklanan büyük bir kazadan sonra, meydana gelen can ve mal kaybı üzerinden siyaset yapılır. Bir müddet şiddetli şekilde devam eden ağız kavgası, giderek dozunu kaybeder, daha sonra da taraflar karşılıklı olarak sükut eder ve bunun akabinde de mesele unutulmaya başlar... İstanbul'daki Ayamama Deresi yeni ortaya çıkmadı. Üstelik ilk defa da taşmıyor. 1995 yılında da oldukça medyatik bir taşmada bulunmuştu. Sabah Gazetesi'nin o zamanki binasında ne var ne yok hepsini sulayıp sele vermişti. Bundan ötürü de seylap medyada geniş yer bulmuştu. Peki sonra ne oldu? Değişen bir şey oldu mu? Bilakis, herkes mutat işine, yani dere yatağını işgale devam etti!.. Dere yataklarının hazine malı olduğu, kanunlara yeni yazılmadı. Oldum olası bu hüküm anayasa başta olmak üzere bütün mevzuatta var. Ama herhalde en kolay işgal edilen araziler devlete ait olanlar. Daha sonra da vakıflarınki geliyor... Şimdi devlet, kendisine ait olan yerler üzerindeki işgali kaldırmak için istimlak bedeli ödeyecek. Bu bedel o kadar yüksek ki, muhtemelen devlet altından kalkamayacak. Kalkamadığı için de mevcut işgallerin büyük bir bölümü kaldırılamayacak! Durum özetle bundan ibarettir. Gelelim sel suları üzerine yapılan kavgalara... Gene karşılıklı olarak, şeref; haysiyet, namus, erkeklik vs. ilgili ilgisiz bütün kavramlar bu kavgada da siyasiler tarafından bolca kullanılıyor. Ayrıca tartışmanın seyrinde hiçbir değişiklik yok. Özü şu: TENCERE DİBİN KARA, SENİNKİ BENDEN KARA... İstanbul'un ve Tekirdağ'ın ve Saray'ın ve Silivri'nin ve Çatalca'nın dere yataklarına, su havzalarına, sahillerine, yeşil alanlarına vs. ne zamandan; hangi tarihten beri kaçak veya kanuni yapılar inşa edilmeye başlanmış? Bu binaların yapımına hangi belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, hangi akıl ve mantıkla izin vermiş veya vermek zorunda(!) kalmış?.. Mimar ve mühendis odaları bu işe ne demiş? İktidarlar, muhalefetler gerçekten medeni şehircilik anlayışı mı gütmüş, yoksa herkes rant ve vurgun kaynaklı kayıkçı kavgalarına mı tutuşmuş? Birileri bu göstermelik kavgayı sürdürürken, kimileri de malı mı götürmüş? Sonra ötekilerden bazıları da nema ile mi yetinmiş?.. Ne kadar can sıkıcı sorular bunlar! Ama herkes haklı ise ve herkes iddia ettiği gibi görevini yerine getirmişse bugünkü tablo neyin nesi ve kimin eseri? İktidar ve muhalefet partileri, hangi telden çalarsa çalsın, vatandaş olup bitenlerin fena halde farkında. Şu halde siyasiler, vatandaşın zekası ile alay etmekten vazgeçip; hiç olmazsa bundan sonra kanunsuzlukların, işgallerin, talanların önünü bir nebze almaya çalışsalar, hepimiz için iyi olacak. Zira, "SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA" dan kasıt, gelecek nesillerin hayat kaynaklarını tehlikeye atmadan bunu gerçekleştirmektir. Bırakın gelecektekileri, şimdiki neslin hayatını koruyamıyoruz... Havzasındaki fabrikaların atık sularından başka, suyu olmayan Ayamama Deresi bile, önüne 76 TIR ve Dorseyi, 20 konteynırı, 2 minibüs, 1 kamyon, 10 otomobil ve 1 vinç makinesini iki düzine insanla birlikte kapıp götürüyorsa, bunu "TABİATIN ÖFKESİ" filan diye izah edemezsiniz. Meselenin aslını görmeye çalışın!..