Anayasanın, "Cumhurbaşkanı... .. yedi yıllık süre için seçilir." diyen 101. madde hükmüne göre, A. Necdet Sezer'in görev süresi 16 Mayıs 2007 tarihinde doldu. Bu tarihte Sayın Sezer'in Çankaya Köşkünden ayrılması gerektiğini, daha önce bu köşede belirtmiştik. Sadece biz değil, pek çok hukukçu ve yazar aynı şekilde görüş bildirdi. Ancak Sezer, kendi yorumuyla ve defakto olarak, Çankaya'da oturmaya devam ediyor. Kendi yorumu dediğimiz, Anayasanın 102. maddesinin son fıkrasındaki "Seçilen yeni Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanı göreve devam eder." ifadesinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanan durumdur. Bu maddenin yazılış biçiminin ne kadar yanlış ve dilbilgisi kuralları açısından ne denli sakil olduğu, bir kere aynı cümlede "görev" kelimesinin üç defa tekrarlanmasından bellidir. Ama burada her şeye rağmen, "Seçilen yeni Cumhurbaşkanı" ifadesini, (Seçilecek yeni Cumhurbaşkanı) diye anlamak mümkün değildir. Bunun iki tane çok net ve kesin sebebi vardır. Birincisi, 101'nci maddedeki yedi yıllık kesin süre. İkincisi de vekalet müessesesini düzenleyen 106'ncı maddenin genel mahiyetteki açık hükmüdür. Yani görev süresi dolan Cumhurbaşkanı, yenisi seçilinceye kadar, asil veya vekil olarak o makamda oturmaya devam edemez. Çünkü yedi yıllık sürenin dolması sebebiyle, Cumhurbaşkanlığı makamı hukuken boşalmış olur. Bu durumda da, 106'ncı madde gereğince "Türkiye Büyük Millet Meclis'i Başkanı, Cumhurbaşkanlığına vekillik eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır." Anayasanın getirdiği düzenleme budur. Ama gelin görün ki, Türkiye'de Anayasa hükümleri; bazen ideolojik yorumlarla, bazen hukuk kurallarını zorlayan mahkeme kararlarıyla aşılmakta veya aşındırılabilmektedir!.. Şu sıralarda tam da böyle bir durumla karşı karşıyayız. Anayasa Mahkemesinin çok tartışmalı bir kararı ile, Millet Meclisi'nin Cumhurbaşkanını seçme işlevi fiilen akamete uğratılmış ve ardından zorlama bir yorumla, Ahmet Necdet Sezer'in en az üç ay daha Çankaya'da kalması adeta emrivakiyle temin edilmiştir... 16 Mayıs tarihinden sonraki her gün için Sayın Sezer'in konumu tartışmalıdır. Sayın Hasan Celal Güzel, Radikal gazetesindeki yazısında, Sezer'in durumunu medeni hukuktaki bir tabirle, "fuzuli şagil" olarak, ifade etmektedir. Bu hukuksuzluk sebebiyle, yaptığı atamalar ve altına imza attığı kararlar da hukuken ve siyaseten tartışmalı olacaktır. Öteden beri, Sezer'in yaptığı atamalar, zaten kamuoyunda çokça tartışılmaktadır. En son atadığı 15 yeni üniversite rektörü de bunun çok açık örneğidir. Sayın Sezer, YÖK'ün yine 2547 sayılı kanuna aykırı olarak, her üniversite için kendisine sunduğu, altı aday arasında, Kastamonu Üniversitesine; seçimlerde sadece iki oy almış (Bir tanesi tabii ki, kendi oyu!..) adayı rektör olarak atamıştır. Merak ediyoruz doğrusu, aylardan beri Cumhurbaşkanının tarafsızlığını, her kesimi kucaklayıcı olmasını, geniş halk kitleleri tarafından benimsenmiş olmasını haykıranlar, bu kabil bir atamaya ne derler acaba?! Aslında boşuna merak ettiğimizi de biliyoruz... Çünkü o kesim, "laikliğin bekçisi" olarak lanse ettiği Sezer'in her kararını peşinen, hiç itirazsız kabul ve tasdik ediyor. Hukuken ve siyaseten doğru olup olmamasına hiç bakmaksızın destek çıkıyor! Ne mantık ama... Şurası açıktır: Türkiye'de hukuk devleti örselenmektedir. Bir çok yönden ülke, hukuk devleti olmaktan ziyade, bir tür yargıçlar devleti durumuna sokulmak istenmektedir. Anayasa Mahkemesi, kendisini kanun koyucu gibi görerek; hukuken yanlış ve tartışmalı kararlar vermekte, daha sonra da bu kararlar çerçevesinde uygulamalar genişletilmektedir. Yeni kurulan üniversitelere rektör ataması yapma konusunda verdiği iki karar, bugünkü sonuçları meydana getirmiştir. Ardından YÖK ve Cumhurbaşkanı, hazırlanmakta olan yeni kanunu beklemeden, meşruiyeti tartışmalı olan bu son atamaları yapmakta acele etmiştir... Bütün bu uygulamaların sorgulaması, elbet bir gün yapılacaktır, yapılmalıdır. YÖK eski başkanı ve Milli Eğitim eski bakanlarından Prof. Dr. Mehmet Sağlam, bu durumun ne denli hukuka aykırı olduğunu şöyle açıklıyor: "Yeni kurulan 15 üniversiteye o üniversitelerin eskiden bağlı olduğu rektörlerin vekalet etmesi (YÖK, eskiden beri hükümetin atama yaptığı yeni üniversitelere, AK Parti hükümetinin rektör tayinini önlemek için böyle bir absürd formül uygulamıştı... ) hukuka aykırı bir davranıştı. Gerek bu vekaletlerin, gerekse yeni yapılan atamaların yürürlükteki yasalar ve anayasa bakımından tamamen hukuka aykırı bir durum ortaya çıkmıştır. Sorumluların bu uygulamalardan sonra çok acı bir şekilde anlayacakları kanaatindeyim. Yeni rektörlerin attıkları imzaların tamamı ve doğuracağı sonuçlar keenlem yekundur. Yani olmamış sayılır. İmzalar kendilerine zimmet olarak dönebilir. Görüldüğü üzere, sırf AK Parti hükümetine rektör tayin ettirmemek için, işte böyle pervasızca hukuksuzluklar yapılmaktadır!.."