17 Aralık tarihi yaklaştıkça Türk halkının ve yöneticilerinin sinir sistemini test eden denelemeler de hız kazandı. Hayli zamandır var olan deneme-sınama, kızdırma-caydırma veya sindirme-razı etme taktikleri, final yaklaşırken en son perdeden uç vermeye başladı. Bir tarafta kronik Türkiye muhalifleri; ki, bunların başında Fransa eski devlet başkanı Valery Jiscard d'Estaing ile şimdiki maliye ve ekonomi bakanı Nicolas Sarkozy, Alman Hristiyan Demokratlar Başkanı Angela Merkel vs. geliyor. Son iki gündür Sarkozy'nin beyanları medyada yoğun şekilde tartışılıyor. Zira Sarkozy, halen Fransa'da iktidarda olan Halk Hareketi Birliği (UMP)'nin liderliğine yeni seçildi. Gelecek seçimde de devlet başkanlığı için Jacques Chirac'a rakip olması bekleniyor. Sarkozy UMP liderliğine seçilir seçilmez ilk beyanatını Türkiye aleyhine verdi... O da Alman Hıristiyan Demokratların başkanı bayan Merkel gibi, Türkiye'ye tam üyelik değil de imtiyazlı ortaklık statüsü verilmesini istiyor! Diğer taraftan Avusturya Başbakanı da müzakere sürecine, tam üyelik dışında alternatif olarak böyle bir seçeneğin eklenmesi çağrısında bulundu. Bu arada AB Konseyi sonuç bildirisinin taslağının basına sızdırılması ve bu taslakta Kıbrıs Rum Yönetimi'nin tanınması telkinleri, serbest dolaşımı engelleyecek kalıcı derogasyonların konulabileceği ve üye ülkelerin üçte birinin teklifi ile müzakere sürecinin askıya alınmasının teklif edilebileceği yolunda, hayli kışkırtıcı unsurların bulunması, ortamı iyice gerdi. Tabii bütün bu mide bulandırıcı açıklamalar en başta piyasaları epeyce etkiledi. Zaten bir türlü istikrara kavuşamamış olan İMKB'de telaş başladı ve satışlar geldi. İnsanlar ister istemez tedirgin oldu. Nedir, ne oluyoruz, yeni bir gelişme mi var? Türünden sorularla olup biteni öğrenmek isteyenler meraklarını giderecek bir merci aradı. Bu noktada Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün açıklaması bize göre gayet soğukkanlı ve yerinde bir tavırdı. Sayın Gül, 17 Aralık'taki zirveden sonra açıklanacak sonuç bildirisi taslağının önceden bu şekilde sızdırılmasının bir taktik olduğu uyarısında bulunarak, bu konuda heyecanlananlara zamanında sükunete davet etmiş oldu. Zira eskiden buna benzer durumlarla karşılaşıldığında, resmi ve özel çevreler, derhal heyecana veya öfkeye kapılarak duygusal tepkiler verirdi. Ancak görünen o ki, özellikle AB konusunda geçen zaman içinde karşılaşılan sıkıntılı durumların çokluğu, bizim tarafa tecrübe ve soğukkanlılık kazandırmış. Sabırla pek çok şeyin aşılabileceğini öğretmiş. Bağırıp çağırmakla, ölçüsüz tepki göstermekle sonucun değiştirilemeyeceği gerçeği benimsenince, öfke ve heyecan yerine akıl ve mantığı koyarak, karşı tarafın tarzına uygun reaksiyon gösteriliyor. Bu bizce iyiye işaret. Bir kere AB'nin tamamının görüşlerini yansıtmayan parça bölük muhalif beyanlara fazla takılıp kalmamak lazım. Elbette bunlar dikkate alınmasın demiyoruz ama, muhaliflerin yanında, bizden taraf olanların varlığını ve ağırlığını da hesaplayarak ona göre bir taktik geliştirilmelidir. Her şeyden önce, müzakere tarihinin verilmesinden sonra gündeme gelecek olan konuları öne çekmeyip, bugünlerde daha ziyade 17 Aralık zirvesinin mümkün mertebe Türkiye lehine olacak şekilde sonuçlanması için çaba sarfedilmelidir. Müzakere süreci başladıktan sonra masaya gelecek konuların tahlilini o zaman yapmak daha doğru olur. Bugünün meselesi, açık ve net bir müzakere tarihi almak ve bunun için Kopenhag kriterleri içinde yer almayan başka şartların ileri sürülmesini engellemektir. AB tarafındaki muhaliflerin başlatmış oldukları sinir harbi karşısında paniklemenin hiçbir faydası yokktur. Ülke içinde de AB'ye karşı olan çevrelerin provoke edeceği bu sinir harbini kazanmanın birinci şartı, soğukkanlılık ve kararlılıktır. Tabii ki, hiçbir şey güllük gülistanlık değil. Ama zaten AB yolunun çok sıkıntılı olduğunu bile bile talip olmadık mı? Kırk dört yıllık serüvenin sonuna doğru yaklaşmışken, içerdeki ve dışardaki muhaliflerin tuzağına düşerek, şimdiye dek katlanılan fedakarlıkları berhava etmenin izahı olabilir mi? Zararı yok, herkes eteğindeki taşları döksün. Eğer Avrupa Birliği Türkiye'nin stratejik değerini hesaplamakta hataya düşerse bunun ceremesini de kendisi çeker. Sinirlerimizi sağlam tutabilirsek kazanan taraf biz oluruz...