Sistemin dengeleri ile oynamamak gerekir...

A -
A +

AK Parti iktidarı, muhalefet kanadının ve bir kısım medyanın iddialarının aksine; dört buçuk yıl boyunca, siyasi ortamın gerginleşmemesi için gerekli dikkat ve hassasiyeti hep gösterdi. Mesela Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in; adeta muhalefet partisi görüntüsü veren tavırlarına rağmen, kendisine karşı dişe dokunur bir tepki dahi göstermedi. Oysa rahmetli Turgut Özal'ın Çankaya'da bulunduğu yıllarda; Süleyman Demirel'in ona karşı yürüttüğü amansız politikaları hatırlayalım... Tayip Erdoğan ve ekibi, böyle bir şeye hiç tevessül etmedi. Eğer etmiş olsaydı, Sayın Sezer makamında o kadar da rahat oturamazdı. Bunun altını çizelim. Diğer taraftan, yine dört buçuk yıl boyunca, yargı organlarından çıkan pek çok karar; hukuki yönden çok tartışmalı olmasına rağmen, hükümet kanadı; elindeki bir kısım mekanizmalara rağmen, yine de yargının bağımsızlığına halel getirecek nitelikte herhangi bir eylemde bulunmadı. Dikkat ediniz Başbakan Erdoğan'ın son günlerdeki keskin eleştirileri; Anayasa Mahkemesi'nin, Meclis'i tıkayan 367 kararına ve son anayasa değişikliği paketinin Sezer tarafından bilinçli olarak, son gün son saate kadar bekletilmesine dek, vaki değildir. Hatta AK Parti iktidarı, şaşırtıcı biçimde; 16 Mayıs günü görev süresi dolan ve Çankaya Köşkünden ayrılması gereken Sezer'in garip bir yoruma dayanarak, rahatlıkla orada kalmaya devam etmesine de herhangi bir tepki veya direnç göstermemiştir!.. Ama bakınız, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın tek başına Cumhurbaşkanını hedef alan Meclis'teki konuşması ne gibi olaylara yol açmıştır. Bunun devamı da gelebilir... Bundan sonra A. Necdet Sezer'in ismi daha çok tartışma konusu olacaktır. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi'nin son kararı ile ilgili hukuki ve siyasi tartışmalar da genişleyecektir. Yargı bağımsızlığı ilkesine halel gelmemesi için herkesin gayret göstermesi beklenir. Bu doğrudur. Ama öncelikle yargı organları bu bağımsızlığın korunması noktasında en büyük hassasiyeti göstermek durumunda değil midir? Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, Star Gazetesindeki yazısında (28 Mayıs), Anayasa Mahkemesinin son kararı ile ne gibi sıkıntılara kapı araladığını çok veciz şekilde izah ediyordu. Anayasal sistemin nirengi noktalarıyla, bir kere oynamaya kalktığınızda; sonu gelmez karışıklık ve ihtilaflara, kilitlenmelere yol açmış olursunuz. Artık bozulan dengeleri tekrar yerine oturmak için belki de yıllarca uğraşmak gerekir. Bakınız, Anayasa'nın 102'nci maddesindeki açık hükme rağmen, Mahkemenin zorlama yorumuyla toplantı yeter sayısı 367'ye çıkarılınca; Cumhurbaşkanlığı seçimi akamete uğradı. Mahkeme kararı CHP'nin politikalarına yardımcı oldu ama; sonuç ne oldu? Daha doğrusu ne olacak?! Şimdi Anayasa Değişikliği Paketi Meclis'te ikinci defa görüşülüyor. Büyük ihtimalle yeniden ve aynı muhteva ile Meclis'ten geçecek. Sezer'in artık veto etme yetkisi bulunmuyor. Belli ki, konu referanduma gidecek. Adalet ve Kalkınma Partisi, 120 günlük referandum süresini kısaltmak ve 22 Temmuz'da halkın önüne ikinci sandığı da koymak için hazırlık yapıyor. Ama bu hazırlık da neticede yeni bir kanun değişikliği olduğu için Cumhurbaşkanının onu da inceleme ve veto etme yetkisi bulunuyor. Bütün bu süreçte Sezer'in tavrı hep tartışma konusu olacak. Bu arada şunu hemen belirtelim: Sayın Sezer'in Anayasa değişiklik paketinin veto gerekçeleri hem inandırıcı değil, hem de çelişkili... Burada Sezer'in yaklaşımının hukuki olmaktan ziyade siyasi olduğu aşikardır. Dünyada Parlamenter sisteme sahip olduğu halde, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği ülkeler az değildir. İşte Avusturya ve Finlandiya; işte İzlanda ve Portekiz... Halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanı ile, iktidara gelecek partinin aynı siyasi görüşten olacağı varsayımından hareketle buna karşı çıkmanın mantığı yoktur. Cumhurbaşkanının Milli Birliği temsil etmesi ve herkesi kucaklaması temennisi ise, herkesten önce Sayın Sezer'in şahsında gerçekleşmemiştir! Burada Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karşı olanların esas maksat veya endişeleri başka. Türkiye'deki oy dengeleri, CHP veya ona paralel görüşteki bir kişinin halktan oy alamayacağı bilindiği için; bu yöntem o kesimlerin işine asla gelmiyor. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ile, Parlamenter sistemin kökünden değişeceği ve başkanlık veya yarı başkanlık rejiminin onun yerini alacağı iddiaları doğru değildir. Bunun da örneği, yukarda belirttiğimiz Avusturya, Finlandiya, İzlanda ve Portekiz'dir. Bir de unutmayalım, sistemin dengeleri ile oynayıp; Meclis'in Cumhurbaşkanını seçme görev ve yetkisini engelleyenler de, bu değişikliğe karşı çıkanlardır. Şimdi burada soralım: Bütün bu entrikalarla memlekete zarar verenler kimler?!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.