Yarından sonra siyasi propaganda dönemi kapanıyor. Pazar günü artık siyasiler yerine seçmenler sandık başında konuşacak. Seçmenin vereceği karar, sonuç olarak siyasilere verilen bir karne notudur. Bu notu beğenmeyen politikacıların mızıkçılık etme şansı, seçmeni suçlama lüksü veya başka bir bahanesi de bulunmuyor... Tek çare sonuçlara katlanmak ve gereğini yerine getirmektir. Buna karşı direnmenin de pratik bir yararı yok ve yine aynı sonuca, en fazla biraz gecikmeli götürür! Eğer seçmen bazılarına kapıyı göstermişse, emekliye ayrılmayı bir türlü kabul etmeyen ileri yaştaki liderleri kesin bir şekilde tasfiyeye karar vermişse, direniş biçimi nasıl olursa olsun, netice tektir!.. O kaçınılmaz sona bu şekilde gelinmemesini bu liderler hesaplamak durumunda idi. Ama duygular aklın önüne geçerse, işte insan bu müşkül durumlara düşüyor. Sadece iki günü kalan bu propaganda döneminin en bariz yönü, siyasi anlamda büyük bir kısırlığın yaşanmış olmasıdır. Zaten renksiz ve heyecansız başlayan seçim hazırlıkları en tecrübeli politikacıların bile, geçen zaman içinde hiç ama hiçbir şekilde kendilerini yenileyemediklerini gözler önüne serdi... Baksanıza, Sayın Erbakan bile, söyleyecek başka bir şeyi yokmuş gibi, askerlerin AK Parti iktidarını ikaz etmesini istiyor!.. Güler misin, ağlar mısın? Erbakan Hoca eskiden daha masum şeyler söylerdi. Mesela iktidara gelince 10 bin tane tank yapacaklarını filan vadederdi. Ama asker siyasilere karışsın istemezdi. Hele hele 28 Şubat gibi bir felakete uğramış Erbakan'ın bu tarz bir söyleme başvurmasını, biz ancak siyasi kısırlıkla izah edebiliyoruz? İsterseniz, "Demirelce" soralım; Vaa mı başka izah taarzı? Yılların deneyimli siyasetçisi Baykal, köklere takıldı kaldı. Sandık günü gelip çattı ama, Sayın Baykal hâlâ daha gövdeye, dallara ve hele hele şu bahar mevsiminde ne çiçeklere, ne de meyvelere uzanamadı... Bu durum hoş değil; özellikle Sayın Baykal açısından. Sağda da yeni bir açılım ortaya konmadı ama, iktidarın ve konjonktürün rüzgarıyla AK Parti bu durumu kamufle edebiliyor. Diğer partiler ise, zaten hâlâ daha 3 Kasım 2002'nin şokunu atlatabilmiş değil. Ama CHP siyasi kısırlığı aşamayınca, muhalefetin varlığı tartışılır hale geliyor. Ve acaba Türkiye tek partili bir yapıya mı sürükleniyor endişeleri haklılık kazanıyor. Sağ ve sol bu noktada olayları doğru teşhis etmek zorunda. Kendileri ne düşünür bilemeyiz ama, CHP yönetimi, her şeyden önce niçin böylesine bir siyasi kısırlığa tutsak olduğunu sorgulamalı. Bunu yaparken de, devletçi reflekslerle hareket etmemeli. Kendisini faşist sistemlerde olduğu gibi, devlet partisi pozisyonunda görmemeli. Demokrasilerde esas referansın halk olduğunu ve onun iradesinin belirleyici olduğunu artık kabul etmeli. Tarihî sembollerle, mesela 10. Yıl Marşı gibi, 70 yıl öncesine ait bir olgu ile, bugünün meselelerini çözmye kalkışmaması gerekir. Böyle davranmakta ısrar ederse, gelişmelerin gerisinde, yani hep geçmişte kalır. Sözün özü şu; İktidar partisi de dahil, bütün siyasi organizasyonlar, 29 Mart sabahından itibaren bu siyasi kısırlığın bir daha yaşanmaması için ciddi arayışlara girmelidir...