Dün bütün gün televizyon ekranlarında, adeta sun'i bir büyük göl haline gelmiş İstanbul'un Alibeyköy semtini, sular içine gömülmüş okul binalarını, camiyi, karakolu ve o bulanık gölün üstünde yüzen ev eşyasını; koltuk, kanepe buzdolabı vs. izledik. Bir de bütün güçleriyle tıkanan mazgalları açmaya çalışan Büyükşehir belediye çalışanlarının çaresiz kalan gayretlerini... O manzarayı seyreden insanların ruh hali, evleri tamamen su altında kalmış vatandaşların sersenişleri, yakınmaları gerçekten iç karartıcıydı. Sadece Alibeyköy ve Küçükköy Deresi değil; Cendere Deresi ile İkitelli, Güneşli ve Yenibosna'yı boydan boya geçen ve Mahmutbey Otobanıyla paralel uzanan Ayamama Deresi, Esenler'deki Çırçır Deresi vb. dereler de işgal edilen yataklarına sığmayıp taşmışlardı. Taşarken de o öfkeyle yolların asfaltını dahi söküp sürüklemişlerdi!.. Suyun öfkesi büyüktür gerçekten. Ama insaf, suyun yolunu kapatacak kadar duyarsız, tedbirsiz ve haksız davranan bizler; bizzat kendi elimizle suyu üstümüze saldığımızın farkında mıydık?! Küçükköy Deresinin kaldırdığı asfalt parçalarını, Esenler Çırçır Deresinde su üstünde yüzen arabaları ve Mahmutbey Otobanının dere gibi akan durumunu görünce, YOLLAR isimli uzun (30 kıta) şiirimizin ilk kıtasıyla müthiş bir benzerlik teşkil ettiğini farkettik. İzninizle o kıtayı buraya alıyoruz; Anayollar dar yollar otoyollar yan yollar Her dehşetli kazadan sonra kanayan yollar Yağmurlarda sel olup dereyle akan yollar Lodosta depremlerde diplere batan yollar... Maalesef yukarıda adı geçen dereler ilk defa taşmıyordu. Altı gün önceki sağanak yağışlarda da benzer manzaraları yaşamıştık.Taşkın suyun Bahçelievler semtinde yıktığı duvarla birlikte üç çocuğun hayatı da sona ermişti. Dün ve önceki gün sadece İstanbul'da değil, Zonguldak, Sakarya ve Düzce'de de tabii afetler yaşandı. Yıldırım çarpmasıyla can veren insanlar, sele kapılıp kaybolanlar, ürünü mahvolan tarlalar bahçeler vs. Tabii afetin şiddeti de verdiği hasar da büyüktü. Yetkili ve ilgili makamlar mevcut imkanları seferber ederek vatandaşın yardımına koştu. Ancak, öteden beri gelen yanlışlık ve eksiklikler, son andaki canhıraş tedbirlerin yeterli olmasına fırsat vermiyor ne yazık ki... İşte Alibeyköy'de sulara gömülen binaların güvenlik açısından taşıdıkları risk ortada. Suya gömülü Alibeyköy'deki okul binalarında eğitim vermek ne derece sağlıklı acaba? Onun gibi Alibeyköy Deresinde her seferinde suya batan evler ne kadar güvenli? Bu hal daha ne kadar devam edecek? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, su baskınlarının çarpık yapılaşma yüzünden olduğunu söylüyor. Tamamen haklı. Ve bu tesbit yeni de değil. Dünkü gazetelerde de bu konuda haberler vardı. Bundan yedi yıl önce İstanbul'da, dönemin İSKİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu tarafından, ilgili bütün kurumlar bu konuda bir yazı ile uyarılmış. Valilik tarafından kurulan komisyonca, su baskınına maruz kalması kesin olan elli sekiz bölge tesbit edilmiş ve acilen boşaltılması talimatı verilmiş ama; talimata uyan nerede!.. Acaba zamanında gereken yapılabilmiş olsaydı, bu kadar maddi ve manevi kayıplara uğrar mıydık? Bakınız dünyanın başka yerlerinde çok daha büyük tabii afetler meydana geliyor. İşte bir haftadan beri Küba'yı, ABD'nin Florida Eyaletini kasıp kavuran kasırganın şiddeti ortada. Ancak oralarda bu korkunç afetlere rağmen meydana gelen ölüm vak'aları daha az. Sebebi o bölgelerde oturan insanların bilinci ve zamanında alınan tedbirler. İstanbul başta olmak üzere Türkiye'nin neredeyse bütün şehirleri tabii afetlere karşı çok zayıf ve korunmasız. İstanbul'daki elli sekiz dere en kısa zamanda ıslah edilip bu dere yataklarındaki yanlış yapılanma giderilmedikçe, bu can sıkıcı görüntülerden kurtulamayız. Öyleyse yarından tezi yok, bu dere yataklarındaki istimlak ve ıslah meselesi acilen masaya yatırılmalıdır. Bu konu sadece belediyelerle de sınırlı değil. Topyekûn devlet ve hükümet meselesi. Problemleri ertelemekle geldiğimiz nokta belli. Peki daha ne bekliyoruz?!.