Suçlamak kolay, peki çare zor mu?

A -
A +

Her tabii afetten sonra yaşanan perişanlık tablosu değişmiyor. Bu perişanlığa gösterilen tepki biçimi de değişmiyor. Söylenen şeyler aşağı yukarı aynı kelimelerden meydana geliyor; "Sorumsuzluk, hırsızlık, denetimsizlik, ahlaksızlık, kokuşmuşluk vs..." Bunları seslendirmek dertlere çare olmuyor. Ancak geçici bir süre için kamuoyunun oyalanmasını sağlıyor belki, o kadar... Ardından eski tas eski hamam! Her felaketle birlikte, ilgili kurum ve kuruluşlardaki çürümüşlük biraz daha ortaya dökülüyor. Hatırlayınız 99'daki Gölcük depreminden sonra Kızılay'ın içinde bulunduğu durum bütün çıplaklığı ile gözler önüne serilmişti. Peki sorumlular hakkında yeterince takibat yapıldı mı? Nerdeee... Kısa sürede hemen her şeyin üzeri örtüldü! Yani pislikleri halı altına süpürme metodu şaşmadı... Böyle yapmaya devam edersek çadır kavgaları asla bitmez. Neredeyse her şeyi, günü birlik kararlarla, plansız, programsız ve derme çatma metotlarla yapmaya çalışan merkezi yönetim de yanlışlar silsilesi içinde kıvranır durur. Bu hal gerçekten moral bozucu... Doğu Anadolu fay hattı üzerindeki yetmiş altı okul büyük risk altındaymış. Ve bu okullarda 30 bin öğrenci okuyor! Van'ın Muradiye ilçesindeki yatılı bölge okulunun duvarlarındaki çatlaklar vaziyetin vahametini haykırıyor. Duymak ve görmek isteyenlere tabii. Şimdi bakalım bütün feryatlar, bağırıp çağırmalar, tartışmalar ve suçlamalar ciddi tedbirler için bir başlangıç olacak mı, olmayacak mı? Mesela tehlike bölgelerindeki okul ve yurt binaları ile, hastahane ve benzeri kamu hizmeti veren resmi binalar elden geçirilecek mi? Yoksa bütçemiz müsait değil deyip yeni bir felaketin daha kapıyı çalması mı beklenecek!.. Evet, yalnızca suçlamak gibi bir kolaycılığı bir kenara itip çare aramaya ve bulmaya sarılacak mıyız? Her şeyin paradan ibaret olmadığının, bundan daha önemlisinin beceriklilik olduğunun farkına varabilecek miyiz? Ankara'dan para beklemek yerine, mahalli imkanları harekete geçirerek dökülen binalarımızı onarabilirsek, önemli bir dönüm noktasını yakalayabiliriz. Aksi halde ağlama ve suçlamaların sonu gelmez. Buyrunuz seçim sizin! Bilim adamları avaz avaz bağırıyor... Türkiye baştan başa deprem kuşağı üzerinde. Yakın tarihteki felaketler bütün acılarıyla ortada. Politik vaadlere rağmen hâlâ daha yaralar sarılabilmiş değil. Bunun yanında en az yedi yüz bin adet binanın tehlike içinde olduğu kaydediliyor. Bütün bu gerçeklere karşı sadece onu bunu suçlamakla, emniyet müdürünü veya valiyi görevden almakla bir yere varılabilir mi? Haberleşme imkanları sebebiyle en küçük bir bilgi kırıntısı bile, en ücra köşedeki vatandaşa kadar ulaşıyor. Bilgiye ve bilim adamlarına değer vermek gerekiyor! Yani artık bataklığa temel atma devri geçti. Temeli atıp da yarım bırakmak devri de geçti. Sadece yarım bırakmak değil, çürük bina yapma devri de geride kaldı. Bingöllü vatandaşın televizyon kameralarına söylediği şu sözler her yetkili ve etkili kişinin kulağına küpe olacak cinsten; "Benim yaptığım ahır yıkılmadı. Ama devletin yaptırdığı okul yıkıldı!.." İşte devlet, vatandaşın bu tarz ithamlarına hedef olmadığı zaman, gerçekten büyük devlet olduğunu ispatlamış olur. Yoksa her şey lafta kalır. Şimdi tekrar sormak istiyorum; yine laf-u güzaf kolaycılığı mı, yoksa gayret ve ciddiyet akılcılığı mı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.