Son bir haftadır, medya gündeminin üçte ikisini hava durumu ve bununla ilgili haberler teşkil ediyor. Bütün kanallarda, aynı görüntüler, aynı laflar o kadar çok tekrarlanıyor ki, artık bıkkınlık verdi!.. Bu memlekete, kış ilk defa gelmiyor. Türkiye'nin içinde yer aldığı iklim kuşağı da ilk defa keşfediliyor değil. Her sene özellikle Doğu, Güney Doğu ve Orta Anadolu bölgeleri başta olmak üzere, ülke topraklarının ve denizlerinin büyük kısmı kış mevsimin hava şartlarından etkilenir. Ama İstanbul'a kış gelince iş başka oluyor. Eskiden bunun medyadaki esprisi şöyle idi: "İstanbul'a kar yağmadan Türkiye'ye kış geldiği belli olmaz..." Çünkü medyanın meteorolojik ilgisi İstanbul sınırlarının dışına pek taşmıyordu. Ama şimdi durum epeyce değişti. Haber ajansları ve televizyon kanallarının hem sayı hem de araç-gereç imkanı yönünden büyük gelişme göstermesi, kapsama alanını da genişletti ve artık memleketin ücra köşelerinden de her türlü haber veriliyor. Kamuoyunun daha doyurucu şekilde bilgilendirilmesi, çağdaş hayat standartlarının önemli unsurlarından biridir. Bu sayede ülkenin bir noktasında yaşayanlar, diğer yerlerdeki hayat tarzlarından ve şartlarından haberdar olabiliyor. Mesela Kayseri caddelerinde, arabaların arkasına iple bağlanan insanların su kayağı gibi buz kayağı yapmaları, farklı ve renkli bir eğlenme biçimi olarak, hem Türkiye hem de dünya(!) için yeni bir model olabilir... Tehlike, tedbir, insan hayatı, can ve mal emniyeti vs. bunlar vız gelir! "Biz Türk'üz bize bir şey olmaz..." Bize radyasyon da bir şey yapmaz. Onun için değil miydi ki, "Yap iki çay radyasyonlu olsun!" kabilinden çayın tadını artırıyorduk. Bize kuş gribi de bir şey yapmaz, yapamaz. Onun için eldiven giymeyiz, maske takmayız... Biz bildiğimizi okur, bildiğimizi yeriz. Tabii ki, bize sür'at de bir şey yapmaz!.. Böyle sandığımız için, mesela Ankara'da halk otobüsü ralli yarışı yapar, kayar ve ters yola girer, bir anda dört yaşındaki çocuk da dahil dokuz kişinin hayatı söner! Dün Ankara'da Dışişleri Bakanlığında yapılan cenaze törenindeki görüntüler bile tek başına, ülke olarak durumumuz hakkında çok şeyi anlatıyordu. Günlerdir süren uyarılara, alınan tedbirlere rağmen, bazıları için hiçbir şey fark etmiyor: Görüntülerde izlemişsinizdir, her biri 80-100 milyar liralık jeepler, zincir takılmadığı için nasıl birbirine dolanıyordu! Şu satırların yazıldığı saate kadar; İstanbul'da iki gün içinde, Valiliğin açıklamasına göre 730 kaza meydana gelmiş. Üç kişi ölmüş, onlarca yaralı var... Maddi hasarın boyutları çok büyük. Yalnızca Hadımköy'deki kazada 30'dan fazla araç birbirine girmiş. TEM Otoyolu bu bölgede, 24 saatten beri bu kaza yüzünden ulaşıma kapalı durumda. Avrupa'nın birçok ülkesinde, bizden daha ağır kış şartları yaşanıyor. Ama oralarda bizdeki kadar keşmekeş yaşanmıyor. Neden acaba? Demek oluyor ki; yapılan uyarılara kulak verildiğinde ve alınması gereken tedbirlere uyulduğunda, bunlar işe yarıyor. Aksi halde kriz merkezleri, alarm durumları kağıt üstünde veya lafta kalıyor. Yetkililerin daha fazla yapabileceği bir şey yok. Bunu İstanbul'daki son üç günlük olağanüstü durumda bir kere daha gördük. Yani ciddi konuları hafife almak akıllıca bir şey değil. Laubaliliği (aldırmazlık) terk etmeyenler; bazen kendi, çoğu zaman da başkalarının felaketlerine sebep oluyorlar. Bu yangın merdiveni olmayan yüksek katlı binalarda da, emniyet kapısı bulunmayan büyük fabrikalarda da, yanıcı ve patlayıcı madde bulundurduğu halde, buna göre yangın tedbiri alınmayan iş yerlerinde de hep böyle oluyor. Daha bir hafta-on gün önce, bir boya imalathanesinde ve bir yatak üretim fabrikasında iki büyük felaket yaşanmadı mı? Peki olanlardan ders çıkarabildik mi?! Diğer taraftan, "Tabiat şöyle yaptı, tabiat böyle yaptı..." diyenler, acaba bu tabiatın da bir sahibi bulunduğunu ne kadar düşünüyor ve hatırlıyorlar? Her seferinde, hemen hiç bilmedikleri bir konuda ahkam kesip, "kadercilik anlayışının sonucu" diye işkembeden atanlar, savunur göründükleri bilimin kurallarına ne derece uygun düşünüp konuşuyorlar?.. Bunlar mesela "kader"in ne anlama geldiğini doğru dürüst biliyorlar mı? Böyleleri acaba bile bile gerçeklerden mi kaçıyorlar; yoksa kafalarının basmadığı noktada, inkarcılığa saparak işin kolayını bulduğunu mu sanıyorlar? Galiba her ikisini birden yapıyorlar! Ama hakikatte yalnızca kendilerini aldatıyorlar... Bazı meselelerin tam manasıyla anlaşılması, "Tabiat kanunları vs." laflarla mümkün olmuyor. Meselenin künhüne inmek gerekiyor. Bunun için de sureta değil, hakikaten ilmin dediklerine kulak vermek gerekiyor.