Tabloyu doğru okumak...

A -
A +

Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adayı olarak açıklanmasının ardından siyasi yorumlar da sökün etti tabii olarak... Kimisi makul ve mantıklı, kimisi uçuk, akıllara ziyan!.. Neler söyleniyor neler. İnsan bazen şöyle düşünüyor: Acaba biz başka bir ülkede mi yaşıyoruz! Bu anafor biraz daha devam edecek, ama galiba çok da uzun sürmeyecek. Belki de beklenenden çok daha erken son bulacak. Anayasanın Cumhurbaşkanlığı seçimi için öngördüğü süreç, en geç 15 mayıs'ta tamamlanıyor. Ondan önceki tarih de 9 Mayıs, yani üçüncü tur oylamanın yapılacağı gün. Bilindiği gibi bu turda, Abdullah Gül'ün 276 oy alması yeterli oluyor. Sizler bu satırları okuyorken, belki de AK Parti Meclis Gurubu, üç yüzün üzerinde imzayı adaylık müracaatı için Meclis Başkanlığına vermiş olacak... Mevcut şartlarda, en geç 9 Mayıs'ta bu seçim tamamlanmış olacak. Ancak daha önce birinci veya ikinci turda da 367 oyun sağlanmasıyla tamamlanabilir... Bu ihtimal zayıf değil. Sayın Gül'ün adaylığı nasıl oldu, Sayın Erdoğan neden kendisi aday olmadı... Erdoğan'ın aday olmamasında veya bundan feragat etmesinde hangi etkenler rol oynadı... Bu konudaki tartışmaların artık çok fazla anlamı yok, çünkü bu süreç artık geride kaldı. İleriye ve bilhassa neticeye bakmak lazım!.. Netice olarak Gül'ün adaylığı çok iyi bir satranç hamlesidir. Şah -Mat meselesi yani! Ve kim ne derse desin, Başbakan Erdoğan süreci başarıyla yönetmiştir. Papatya falıyla aday tahmininde bulunan bazı yazarların, sonucu tutturamama mahcubiyetiyle; "Başarı bunun neresinde?!" diye zevahiri kurtarmaya çalışmaları, hiç önemli değil. Deniz Baykal'ın; "Erdoğan aday olmazsa korktu, kaçtı demeyeceğim..." sözünü daha birinci günde tekzip eden söylemlerinin de siyasi bir ağırlığı söz konusu değil. Çünkü kamuoyu; iş alemi, dış dünya, uluslar arası kurum ve kuruluşlar, Abdullah Gül'ün adaylığı ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda çok farklı şeyler konuşuyor. Onlara kulak vermekte büyük fayda var. Hırs-ı piri (Yaşlılık hırsı)ye tutulmuş bazı eski siyasilerin akıl ve mantık sınırlarını, etik kuralları zorlayan açıklama ve yorumlarının da hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur! Onları dinlerken, geçmişte Türkiye'nin niçin siyasi bunalımlardan kurtulamadığı, nasıl olup da askeri müdahalelerin ardı ardına demokratik rejimi rayından çıkardığı biraz daha iyi anlaşılıyor... Hâlâ daha eski usul siyasetle, ülkeyi ille de bir sıkıntıya kaosa sürüklemek isteyen; bunun için yüksek yargı organlarını da kullanmaya yeltenmekten çekinmeyen bir zihniyetin, Türk halkından destek alması mümkün değildir. Bunu unutmamak gerekir. Özellikle ileriye doğru iddialı bir siyasi hamle geliştirmek niyetindeki DYP ve Anavatan Partilerinin, CHP'nin dümen suyuna girerek, temsilcilerini Meclis'e göndermemek gibi bir yanlışa düşmesi, ölümcül bir hata olur. Bunun hesabını asla halka veremezler. Onlara düşen görev, milletin verdiği yetkiyi yerinde ve zamanında kullanmaktır. Abdullah Gül'e oy verirler veya vermezler, orası kendi kararlarıdır. Ancak Meclis'e gidip gitmeme noktasında, milletin verdiği vekalet görevini yerine getirmek zorundadırlar. Türkiye'yi gereksiz yeni sıkıntılara, çıkmazlara sürükleme çabalarına engel olmak, "milletvekili" olarak onların üzerine vazifedir. Kaos bezirganları... "Meclis'in Cumhurbaşkanlığı seçimlerine geçebilmesi için 367 milletvekilinin Genel Kurul'da bulunması gerekir...." Türünden iddiaların ne kadar anlamsız ve geçersiz olduğunu yetkin hukukçular peş peşe açıklıyorlar. Ama besbelli ki, CHP bu yanlış tutumunda ısrar edecek. Şunu açıkça belirtmek gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi, Meclis'in bir kararıdır. Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 148. maddeye göre; Yüksek Mahkemenin Meclis kararlarını düzenlemek gibi bir yetkisi yoktur. Bu birinci nokta. İkinci olarak da; yeni içtüzük ihdası iddiasıyla Mahkeme önüne götürülecek başvuru da geçersizdir. Çünkü Anayasanın 102. maddesi Cumhurbaşkanlığının seçim biçimini açıkça düzenlemiştir. Meclis İçtüzüğü'nün Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili 121. maddesinin 1. fıkrası da doğrudan bu maddeye gönderme yapmakta ve aynı hükmü tekrarlamaktadır. Dolayısıyla Anayasanın 102'nci maddesi hükmü burada doğrudan uygulanmaktadır. Anayasa hükmünün doğrudan uygulandığı bir yerde, içtüzük uygulaması ve ihdasından bahsedilemez. Çünkü yine Anayasanın 11. maddesine göre, Anayasa hükümleri üstün ve bağlayıcıdır. Meclis İçtüzüğü ve kanunların, bu hükümlere uygun olması mecburidir. Yani nerden bakarsanız bakınız her şey gayet açık ve net. Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencileri dahi bunu rahatlıkla doğru şekilde anlayabilir. Ama hukuku siyasallaştırmak isteyen bazı kimseler, bilimsellik kisvesi altında, bu zorlama ve saçma sapan iddiayı savunmaya kalkışıyor. Böyle bir iddianın kabulü halinde teorik olarak Millet Meclisi'nin sürekli şekilde kilitlenmesi ve hiç seçim yapamaması gibi bir sonuç ortaya çıkar. Kaos bezirganlarına duyurulur!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.