Şu sıralarda aktüel olarak işlenmesi gereken birçok konu var. Ancak gazetedeki yazı günlerinin elverdiği zaman cetveline göre ele alabiliyoruz. Bu çerçevede Cumhurbaşkanının Harp Akademilerinde yaptığı konuşmayı analiz etmeyi erteleme durumunda kaldık. Bir önceki yazıda (15 Nisan 2007), Genelkurmay Başkanının basın toplantısına genel olarak temas etmiştik. Bugün, Org. Yaşar Büyükanıt'ın üzerinde durduğu konulara biraz daha yakından bakmak istiyoruz. Büyükanıt beş ana başlık altında topladığı konuşmasının ilk bölümüne terör meselesini yerleştirmişti. Silahlı Kuvvetlerin asli görevi olan ülke güvenliğinin sağlanması bağlamında; Türkiye'yi çok rahatsız eden açık ve yakın tehlike olarak, öncelikle terör belasının üzerinde durulması elbette en isabetli bir yaklaşımdır. Genelkurmay Başkanı, terörle mücadelenin altı ana unsurundan özetle bahsetti. Bunları, terörle mücadelede siyasi ve askeri kararlılık; terör işbirlikçilerinin etkisiz hale getirilmesi, psikolojik alanda yürütülecek mücadele, teröristlere verilen dış desteğin kesilmesi, terör örgütlerinin başarı ümidinin kırılması ve güvenlik kuvvetlerinin yasal yetkilerinin durumu olarak ifade etti. Org. Büyükanıt, bu konularda önemli tespit ve açıklamalarda bulundu. Terör ve Kuzey Irak ile ilgili açıklamaları içerden ve dışarıda geniş yankı buldu. Özellikle Kuzey Irak'a muhtemel bir askeri harekat konusunda yaptığı değerlendirmeye, ABD cenahından çeşitli tepkiler geldi. 1984 yılından beri ülkenin gündeminden bir türlü çıkmayan terör belası ve giderek daha çok başımızı ağrıtacağı anlaşılan Kuzey Irak konularında, müstakil yazılar yazmak gerekiyor. Aynı şekilde, Türkiye'de yeni azınlıklar meydana getirme çalışmaları da, değil hakkında bir veya birkaç makale, ciltlerle kitap yazılması gereken bir konu. Ve bu konu hakkında üniversitelerimizin kürsülerinde, araştırma birimlerinde yüzlerce bilim insanının kafa yorması gerekir. Ne yazık ki, hali hazırda ne böyle bir faaliyet var, ne de ihtiyaç duyuluyor. Üniversitelerimizin tepe noktasındaki isimler, sanki üstlerine vazifeymiş gibi, Cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmiş. Akademik kimliklerini siyasetin hizmetine vererek; cüppelerini giymiş yürüyüşlere katılıyor ve mitinglerde arzı endam ediyorlar!.. Onların yapması gereken çalışmaları da Türkiye hakkında hiç de iyi niyet beslemeyen dış odaklar gerçekleştiriyor. Daha önce bu köşede mükerreren ifade etmiştik: Batıdaki muhtelif ülkelerde kurulan Kürdoloji Enstitülerinde; "Kürt Meselesi" hakkında şimdiye kadar üç yüzü aşkın doktora tezi yazıldı. Bunların iki yüzden fazlasını kaleme alanlar da Ermeniler... TSK'yı kim yıpratmak ister?! Acaba pek sayın sosyolog ve antropologlarımızın, siyasi tarihçilerimizin, siyasetbilimcilerimizin ve de siyasete çok meraklı tıpçılarımızın bundan haberi var mı? Bu konuların irdelenmesini bir kere daha erteleyerek; bugün TSK'nın yıpratılması meselesi ile; tartışma konusu olan malum günlük ve andıç-akreditasyon başlıklarına değineceğiz. Sayın Büyükanıt, TSK'ya karşı yürütülmekte olan yıpratma çalışmalarından bahsetti ve bazı çarpıcı örnekler verdi. Silahlı Kuvvetler, yani ordu; bir ülkenin bağımsızlığının korunması ve güvenliğinin temininde en hayati unsur olduğu için; rakip durumundaki başka devletlerin çeşitli birimlerince hedef alınması, yıpratılmak istenmesi her zaman mümkün ve muhtemeldir. Tabiatıyla daha çok dışardan gelmesi beklenen bu çeşit hasmane yaklaşımlara; çeşitli saiklerle içeriden de düşman safında yer almaya meyyal ve müsait kişi ve örgütlerin de katılması işin vehametini arttırır. Çünkü dış düşmanı teşhis etmek ve ona karşı tedbir almak, genellikle içerideki fitne ile mücadeleye nazaran daha kolay olabilir! Türk Silahlı Kuvvetlerini; kim, niçin yıpratmak ister? Silahlı Kuvvetlerin yıpratılması nasıl ve hangi yollardan gerçekleştirilmek istenir? "Yıpratma" kavramından ne anlamamız gerekiyor? Mesela gerçekten iyi niyetle ve yapıcı şekilde tezahür eden, esasen TSK'nın da yararına olabilecek eleştiriler yıpratma mıdır? Bu ve bunun gibi daha pek çok sorunun cevabı tam olarak verilebildiği takdirde; günümüzdeki tartışmaların önemli bir kısmı sona erebilir... TSK, en fazla ne zaman yıpranmaya maruz kalmıştır? Bu sorunun cevabını, çok hassas ve dikkatli şekilde araştırmak mecburiyetindeyiz! Dikkat edilirse, tarihte ve bugün; askeri cenaha en fazla eleştiri, siyasete ve sivil idareye, doğrudan veya dolaylı olarak yapılan müdahaleler döneminde ve sonrasında vuku bulmuştur. Andıç ve akreditasyon konuları ile ilgili tartışmalar da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bir de şu husus var: Asli görevi dost-düşman tefrikini ve tehdit algılamasını en doğru, en mükemmel şekilde yapmak olan TSK'nın; mesela sureti haktan görünüp, yahut bazı sloganların kamuflajı altında, ama birtakım dış mahfillerin "etki ajanı" olması muhtemel kişi veya örgütlerin faaliyetlerini, yeterince irdeliyor olması gerekir. Bu noktayı şunun için belirtiyoruz: 1990'lı yıllarda, güya Türk tezini anlatsın diye ABD kongresine gönderilen bir gazeteci, orada; "Elinizi çabuk tutun yoksa Türkler Kürtleri kesecek..." diye konuşmuştu. Konu medyada deşifre olunca da o şahıs bir daha Türkiye'ye girememiş ve İngiltere'ye geçerek iltica etmişti!.. Bu konuyu, şimdilerde hayatta olmayan MGK'nın eski genel sekreterlerinden birine sorduğumuzda, doğrusu verecek cevabı bulmakta zorlanmıştı!.. Yani dememiz o ki, her fırsatta siyasete asker gölgesi düşürmek isteyen; akreditasyon durumu güvencede gibi görünen ve kendilerini sağlama almak için de haber ve yorumlarına sık sık "isminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir komutan..." türünden kaynak gösteren bazılarının, TSK'nın yıpranmasında payı olup olmadığına acaba dikkat etmek gerekmiyor mu?..