AB Komisyonu'nun Türkiye ile ilgili "İlerleme Raporu" yayınlandı. 1998 yılından beri, ülkemiz hakkında bu raporlar yayınlanıyor. Bu sonuncu rapor, Türkiye hakkındaki tam onuncu rapor... Ülkemizin özellikle hukuk ve ekonomi alanında gösterdiği veya gösteremediği gelişmeler ile siyasi iktidarların karar ve icraatının genel fotoğrafı mahiyetindeki bu raporlar; hemen belirtelim ki, çoğu zaman hoşumuza pek gitmeyen muhtevaya sahip olmuştur. Zaten "rapor" kavramı genellikle olumsuz bir çağrışım yapmaz mı!.. İlerleme raporlarının hazırlanmasında, referans alınan kriterler; bilindiği gibi AB müktesebatının özü olan Kopenhag siyasi kriterleri ile Maastricht Ekonomik kriterleridir. Birincisi, yani Kopenhag Kriterleri ile yıllarca yatıp kalktık. En sonunda, Türkiye'nin bu alanda gerekli düzenlemeyi yaptığı; Komisyon tarafından tescil edildi ve böylece Türkiye için tam üyelik müzakere süreci, hayli sancılı da olsa 2005 yılında başlayabildi. Ekonomik kriterler ile ilgili dersimiz daha yeni başladı sayılır. Ancak Kopenhag Siyasi kriterleri ile ilgili tartışmalar da bitmiş değil. Nitekim son raporda da buna dair önemli eleştiriler var. AB Komisyonu, tam üyelik için gerekli olan reformların yavaşladığını vurgulayıp duruyor! Bu arada ülkemizdeki bazı hukuki metinlerin muhtevasına şiddetli itirazlarda bulunuyor. İlerleme Raporu'nun Türk Ceza Kanununun 301'inci maddesi ile ilgili eleştirileri bunun en açık örneklerinden birisi... Biraz da Türkiye içindeki sağlıklı olmayan ve zaman zaman saptırılmış şekilde sürdürülen tartışmalardan etkilenmiş olsa gerek; AB Komisyonu'nun raporu hazırlayan bürokratları, bu meseleyi neredeyse üyelik sürecinin kilidi haline getirme eğiliminde!.. Diğer taraftan AB Komisyonu, kendi müktesebatına ve genel olarak etik kurallara da aykırı olarak; başka ülkeler için, tam üyelik sürecinde şart koşulmayan bazı hükümleri, Türkiye'ye karşı ileri sürmekten kaçınmıyor. Kıbrıs Rum Yönetimi'ni, kendi hukuki metinlerine aykırı olarak; tam üyeliğe kabul eden AB; şimdi de Gümrük Birliği Anlaşmasının Türkiye tarafından, Rumlar lehine genişletilmesinde ısrar edip duruyor. Şüphesiz bu AB'nin ilk çifte standardı da değil... AB'nin zihniyeti maalesef böyle ve biz bu zihniyete rağmen, tam üyelik sürecini tamamlamaya çalışıyoruz. AB'nin Türkiye'ye yaklaşımı, şimdiye kadar pek dürüstçe olmadı. Bazen açık, bazen gizli önyargılarla mücadele etmek zorunda kaldık. Bu önyargılar, neredeyse bütün ilerleme raporlarına bir ölçüde yansıdı. Son raporda da durum farklı değil. Bunun için üzerinde yoğun tartışmalar devam ediyor. Belki bu tartışmaların fazla yankı bulmaması, gündemin terör meselesi dolayısıyla fazla yoğun olmasından kaynaklanıyor. Hazır terörün sözü edilmişken, Avrupa Birliğine üye ülkelerin bu alandaki en büyük samimiyetsizliğine ve ikiyüzlülüğüne bir kere daha dikkat çekmek gerekiyor. Bilindiği gibi AB ve üye ülkeler, uzun zaman PKK'yı terör örgütü olarak tanımlamaktan kaçındı. Ancak, terör örgütü olarak kabul ettikten sonra da, buna karşı tavrında önemli bir değişme olmadı. Yani tam bir çifte standart ve ikiyüzlülük hüküm sürmeye devam ediyor. Bu durumu Başbakan Erdoğan; ABD'de yaptığı basın toplantısında da açıkça belirtti. AB ülkelerinin bu iki yüzlülüğüne en çarpıcı örneklerden birini de; Sabah'tan Erdal Şafak'ın, İtalyan Corriere della Sera gazetesinden yaptığı alıntı ortaya koyuyor: "PKK'nın Belçika, Almanya, İsveç ve Danimarka bankalarında hesapları var. Başta Almanya olmak üzere Avrupa'daki Kürtlerden bağış ve devrim vergisi topluyor. Bu önemli kaynaklardan hem silah alımı, hem de propaganda savaşı finanse ediyor. PKK 6 radyo, 3 televizyon, 2 basın bürosu, 7 gazete ve 45 dergiye sahip..." Herhalde bundan sonra da; Türkiye'nin AB ülkelerindeki bu iki yüzlülüğe karşı harekete geçme zamanı... Zira finansal kaynakları kurutulmadıkça, terörle mücadele etkili olmaz!..