İlk günden beri, bölücü terör örgütünün silah bırakmayacağına dair bir olumsuz kanaat yaymayı vazife edinen kişi ve çevrelere rağmen, şu ana kadar gelişmeler oldukça iyi gitti. Terörsüz Türkiye hedefine adım adım...
İhtiyatlı olmak yahut temkinli bir iyimserlik içinde olmak hâlin icabına göre beşerî bir tavırdır. Şimdilerde iyimserlik-kötümserlik kelimeleri yaygın kullanımda. Nikbin ve bedbin kelimelerini unutalı maalesef uzun zaman oldu… Bu deyimler, hadiseler karşısında insanın sahip olduğu his ve düşünce hâllerini anlatmak için. 50 yıllık musibeti geride bırakmak için devlet ve siyaset adamlarının attığı önemli adımların neticeleri bir bir tahakkuk ediyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısı ile başlayan gelişmeleri, herkes kendi açısından okumaya çalışıyor. Bölücü terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın, PKK’nın silah bırakıp kendini feshetmesi çağrısından bu yana, medya organlarında ‘temkinli iyimserlik’ ifadesi yaygın biçimde kullanılıyor. Daha önce Habur açılımı, Oslo görüşmeleri ve “çözüm sürecinde” yaşanan acı tecrübeleri hatırda tutarak, her ihtimale karşı ihtiyatlı olmayı elden bırakmamak, son derece mantıklı bir durum. Diğer taraftan hadiseye ilk günden beri kategorik biçimde kötümser açıdan bakmakta ısrar eden kesim, olumsuz kanaat yaymak için bayağı çaba gösteriyor… En başta, "Öcalan silah bırakma çağrısında bulunmaz, bulunsa da örgüt üzerinde etkisi olmaz" dediler. Onlara göre 25 yıldan beri hapiste olan ve örgütle fiilî bağı koparılmış olan Öcalan’ın etkisi de zayıflamıştı. Nitekim 2013’te bu minvalde yaptığı çağrı sonuçsuz kalmıştı. Şimdi ne değişmişti de farklı bir netice çıkacaktı… Lakin öyle olmadı. Öcalan beklenen çağrıyı yaptı. Ve şu ana kadar PKK ve uzantıları büyük çapta çağrıya olumlu şekilde tepki verdi. Her ihtimale karşı geçmişte yaşananların bir benzerinin tekrar etmemesi hususunda, devlet kademeleri başta olmak üzere, genel olarak bir ihtiyatlı iyimserlik havası hâkim.
Devlet, kendisinden beklenen tavır içinde, terör örgütü ile herhangi bir pazarlığa girmeden, kati kararını da bildirerek; bölücü örgütün silah bırakması, aksi hâlde silahlarıyla birlikte gömülmesinin kaçınılmazlığını ortaya koydu. Terörle mücadelede son yıllarda kaydedilen büyük başarı zaten örgütün belini kırmıştı. Bunun devamında tamamen imha olmaktan kurtulması da mümkün değildi. Sahadaki durum ile bölgesel-küresel ölçekteki siyasi ve askerî gelişmeler, PKK’nın bu saatten sonra ayakta kalmasının ne kadar zor ve imkânsız olduğunu açıkça gösteriyordu. Bu şartlar altında Öcalan, elli sene boyunca terör eylemleriyle varılmak istenen neticenin artık mümkün olmadığını, özerklik veya federasyon gibi taleplerin de bundan böyle söz konusu olamayacağını, örgütün bu sebeple kendisini feshetme çağrısını yaptı. Silah bırakma çağrısı kayıtsız şartsız biçimde yapıldı. Bu, devletin beklediği şeydi. Şimdi sahadaki fiilî durum elbette yakından takip ediliyor ve örgütün elinde silah bulunduğu müddetçe, terörle mücadele kararlılığı sürdürülecek… Bu saatten sonra, PKK’nın daha önce tevessül ettiği gibi süreci sabote etme, zaman içinde işi sulandırma veya başka bir şekilde faaliyetine devam etmek gibi bir şansı kalmamıştır. Ama her şeye rağmen, ihtiyatlı iyimserlik içinde olmak gerekir. Zira terör örgütünün geçmişi ve sicili ortadadır. Şu ana kadar esasen gelişmeler olumlu bir seyir içinde. Fakat bazıları ısrarla "Terörsüz Türkiye" hedefine ulaşılmasını istemiyor. İstememek bir yana dursun, buna mâni olmak için de çok tehlikeli hareketlere girişiyor. Öcalan’ın yaptığı çağrının, Suriye’nin kuzeyinde ABD himayesi altında; güya Sivil Demokratik Güçler (SDG) olarak faaliyet gösteren PYD/YPG örgütünü, kapsayıp kapsamadığı tartışılırken, bazılarını ters köşeye yatıran bir önemli gelişme oldu.
Tam da Lazkiye ve Tartus şehirlerinde, Suriye geçici hükûmetine karşı, bir kalkışmaya yeltenen Esad rejimi artıklarının hareketlendiği bir sırada, SDG’nin elebaşı Ferhat Abdi Şahin, Ahmet eş-Şara ile masaya oturdu ve sekiz maddelik bir anlaşma metnine imza attı. Bu anlaşma metninde yer alan pek çok konuyu, SDG önceleri kabul etmemişti. Nedense ABD helikopteri ile Şam’a giden Ferhat Abdi Şahin bu defa imzayı atıyordu… Burada ABD’nin tavsiye ve telkinlerinin etkili olduğuna dair yaygın kanaat var ki, doğrudur. Lakin ABD’nin düne kadar hayata geçirmek istediği, Suriye’nin kuzeyinde bir özerk bölge projesi de külliyen çökmüştür. Bu gelişme, Esad rejiminin yıkılmasından sonraki en önemli ikinci olaydır. Şayet SDG veya hakiki yapısıyla PYD/YPG, bu şekilde Suriye Yönetimi ile anlaşıp entegre olmayı kabul etmeseydi, Türkiye kaçınılmaz olarak askerî operasyon yapacaktı. Zira Suriye’nin kuzeyinde bir özerk yapı projesi, Türkiye’nin ulusal güvenliğini doğrudan tehdit ediyordu. Burada da ihtiyatlı iyimserlik hâli, SDG güçleri tamamen tasfiye edilene kadar devam ediyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’deki varlığı ve konumu aynen devam edecektir. Evet, Türkiye’ye rağmen, Suriye’de birilerinin farklı hedefler peşinde koşup bunu hayata geçirmesi mümkün değildir. Bunun en son örneği, 6 Mart’ta Tartus ve Lazkiye’de, İsrail ve İran ve dahi ABD-Rusya gibi küresel güçler tarafından tezgâhlanan kalkışma teşebbüsüdür. Türkiye’nin doğrudan ve etkin müdahalesiyle, bu fitne büyümeden bastırılmıştır. Şüphesiz bu hadise Suriye’nin inşa sürecinde de bir kırılma noktasıdır. Hem yeni Suriye Yönetiminin otoritesini pekiştirmiş hem de Türkiye’nin bu ülkedeki etkisini perçinlemiştir. Dahası Kuzey Irak’ta olduğu gibi, Suriye’nin kuzeyinde yuvalanan PYD/YPG yapılanmasının da sonunu getirecek süreci geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde başlatmıştır...
Özetlersek, Türkiye içinde bitirilen, Kuzey Irak ve Suriye’de de bitme noktasına gelen 50 yıllık terör örgütünün tabutuna son çiviler çakılıyor...
İsmail Kapan'ın önceki yazıları...