Türk-ABD ilişkilerinin seyri...

A -
A +

Son günlerde basının belli bir kesiminde, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkilerin yeniden gerginleştiğine dair pek çok yorumlar yapılıyor. Mesela dünkü Hürriyet Gazetesinde, Başyazar Oktay Ekşi, Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ve Ankara Temsilcisi Sedat Ergin, iki ülke arasındaki gerginliği ele alan yazılar yazdı... Oktay Ekşi, öteden beri seslendirdiği görüşünü tekrarlayarak; iktidar partisinin dış politika konusundaki tecrübesizliğinin kendilerini endişelendirdiğini, giderek bu endişelerinin haklılık kazandığını belirtiyordu. Ekşi, Türk-ABD ilişkilerinin hastalıklı bir dönem geçirdiğini ve bir an evvel tedavi edilmesi gerektiğini de önemle belirtiyordu. Oktay Ekşi, bu arada iyi bir arşiv taraması da yaparak, daha önce ABD savunma bakan yardımcısı Wolfowitz'in, dışişleri bakan yardımcısı Grossman'ın (Ki, bu şahıs daha önce Ankara Büyükelçiliği görevinde de bulundu...) ve son olarak da yine Pentagonun üç numaralı ismi olan Douglas Feith'in, Türkiye hakkında hiç de yenilir yutulur cinsten olmayan sözlerini de yansıtıyordu. Ekşi bunlara gerekli cevap verilşmiş olsa da, ilişkilerdeki sıkıntının bir an evvel giderilmesinin kaçınılmaz olduğunu dile getiriyordu. Ertuğrul Özkök ise, konuya farklı bir açıdan yaklaşıyordu; isim vermeden (ama adres göstererek) Başbakanın dış politika danışmanlarını hedef tahtasına koyuyordu... Bu danışmanların anti-Amerikan ve hatta pro-Arap politikalarla, Tayyip Erdoğan'ı fena halde yanılttıklarını, böylelikle de özellikle Türk-Amerikan ilişkilerinin kötüleşmesine zemin hazırladığını iddia ediyordu. Sedat Ergin ise, iki ülke ilişkilerinde anlaşılamayan bir gariplik olduğunu, öyle ki durumun 1 Mart Tezkeresi olayının bile gerisine düştüğünü vurguluyordu. Sedat Ergin, ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın ilişkileri toparlamak için Ankara'ya geldiğini, sözde başarılı geçtiği söylenen bir geziden hemen sonra, bir Amerikan gazetesinde (The Wall Street Journal) çıkan bir yazı ile her şeyin alt-üst olmasındaki garipliğe dikkat çekerek, yazının sonunu; "Bush'un dünyaya at gözlüğü ile bakan Yönetimi"nin tutumu dolayısıyla ilişkilerin bir kısırdöngü içine girdiği hükmü ile bağlıyordu... Başka gazetelerde de, değişik görüş açılarından aynı mesele hemen her gün ele alınıyor. Yapılan yorumlardan ilk planda ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor; Türkiye'de bir kesim, ABD ile olan zaman zaman iniş çıkışlar yaşamasından büyük endişe duyuyor. Bilhassa, Doug Feith ile birlikte Türkiye'ye gelen Wall Street Journal gazetesinin editör yardımcısı Robert Pollock'un; baştan aşağıya Türkiye hakaret dolu yazısını yazmasından sonra, bu endişelerin doruğa çıktığı görülüyor. Bazı kalemler, ülke olarak adeta şöyle bir yaklaşım içine girmemizi salık veriyor: (Aman ha, ABD'yi kızdırmayalım. Bizden ne istiyorsa derhal yerine getirelim. Sonra başımıza ne geleceği belli olmaz!..) Buna karşılık bazı yazarlar da, aklın gereği olarak ABD ile ilişkilerde daha dikkatli olunması gerektiğini tavsiye ediyor. Bunlar hem Türkiye'nin yanlış yapmamasını isterken, hem de ABD'nin şimdiye kadarki yanlışlarını doğru bir biçimde tesbit ediyorlar. Bu şahsiyetli duruşa kimsenin bir diyeceği olmasa gerek. Ama yukarıda işaret ettiğimiz teslimiyetçi kesimin telaş ve vaveylasından dolayı insanlarımızın kafası karışıyor. Nitekim Başbakan Erdoğan, dün Brüksel'de yaptığı değerlendirmelerde bu hususa dikkat çekti. Yani aralarında stratejik derecede ittifak ilişkileri olan iki ülkenin, münasbetlerinin birtakım haber ve yazılarla kolay kolay sarsılamayacağının altını çizdi. Bu köşede sık sık tekrarladığımız bir tesbit vardır; Amerika Türkiye'yi kaybetmek veya karşısına almak istemez. Zira bu takdirde özellikle Orta Doğu'daki kayıplarının büyük olacağının bilincindedir. Ama şurasını da unutmamak lazım; ABD hali hazırda dünya lideri olma konumuyla, kendi politikalarının hayata geçmesi ve başkaları tarafından da benimsenmesi için her imkanı kullanır. Bunun için bazı gazetelere yazılar da yazdırır, çeşitli şekilde gözdağı da verir. Ama bu durumun da doğru okunması gerekir. Yani ne telaşa ve yersiz korkulara kapılıp ortalığı ayağa kaldırmak, ne de her isteneni kayıtsız şartsız kabul etmek gibi, omurgasız ve kişiliksiz bir tavır içine girmek icap eder. Dış politikada dostluk ve düşmanlık menfaat esaslarına göre belirlendiğinden, ne durduk yerde düşmanlık; ne karşılıksız dostluk, ne de teslimiyet akıllı bir davranış değildir. Türkiye'nin dış politika yapıcıları, herhalde bu temel ölçüleri bilmeyecek kadar acemi değildir!.. Yani telaşa gerek yok.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.