Türkiye-ABD ilişkileri ne durumda?

A -
A +

Mart 1947 yılından bu tarafa; yani dönemin ABD Başkanı Truman'ın, Kongre'de yaptığı ve daha sonra "Truman Doktrini" olarak anılan; Türkiye ve Yunanistan ile İran'ın Sovyet etkisine girmesini önlemeye ve genel olarak Orta Doğu politikasının hatlarını belirlemeye yönelik konuşmasından sonra, yoğun bir döneme giren ikili ilişkilerde, altmış yıl boyunca pek çok inişli çıkışlı seyirler yaşandı. Kırılma noktalarından biri olarak, en fazla hatırlanan ve entelektüellerce sık sık atıf yapılan olay; 1960'lı yıllara damgasını vuran, ABD Başkanı Johnson'un devrin başbakanı İsmet İnönü'ye gönderdiği o meş'um mektup olsa gerek... Bu hadiseden önce ve sonra, kamuoyuna intikal eden veya etmeyen, bir çok kırılmanın yaşandığı malumdur. Mesela 1961 yılındaki Küba krizi sırasında, ABD ile Sovyetler Birliği arasında; Türkiye'de konuşlandırılmış olan füzelerin, hükümetin bilgisi dışında pazarlık konusu yapıldığına dair spekülasyonlar hâlâ devam etmektedir!.. 1964'te Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesini önlemek için gönderilen malum Johnson mektubundan on yıl sonra, 1974'te Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleşince; Amerika'nın koyduğu silah ambargosu ile ilişkiler yine çok gerildi ve Türkiye, topraklarında bulunan Amerikan üslerine el koyma yoluna gitti. Ortak bir askeri tatbikat sırasında, Muavenet isimli harp gemimizin Amerikan füzesi ile vurulması, Çekiç Güç'ün Kuzey Irak bölgesindeki bir takım tuhaf faaliyetleri vb. bir çok olay, ikili ilişkilerde hep gerilme ve kırılmalara yol açtı. Dün de bu köşede temas ettiğimiz gibi, 1 Mart 2003 tarihinde, Amerikan askerlerinin Türk topraklarında geçici olarak konuşlandırılması ve buradan Irak'a müdahalede bulunmasını önleyen "Tezkere olayı", yakın dönemde iki ülke ilişkilerini ciddi biçimde geren gelişme olmuştur. Bu gelişmelerden sonra yaşanan "Çuval olayı" da; tabir yerinde ise, işin tuzu biberi olmuştur. Bu gerilimli dönemlerde, Türk entilijansiyası tarafından yapılan analizlerde; iki bağımsız ülke arasındaki politik ilişkilerde aranması gereken "mütekabiliyet- karşılıklılık" esasının irdelenmesi yerine; garip bir biçimde hep bizim tarafı suçlayan bir yaklaşım sergilendi... Bazıları, bir önceki yazıda bahsettiğimiz Amerika'daki bir takım danışman-uzman, gazeteci ve eski politikacı dostlarına dayanarak; "Bundan böyle Beyaz Saray'ın telefonları Türkiye için hep meşgul çalacak... Türkiye diyalog kurmak için muhatap bulmakta zorluk çekecek ..." türünden tahminlerde bulundu. Ancak zaman ve gelişmeler onları doğrulamadı. Bazı kalemlerin çok kesin biçimde yazdıkları üzere; Türkiye Irak denkleminden de dışlanmadı. Dışlanması mümkün müydü?! Irak işgalinin öncesinde ve başlangıcında, adeta uluslar arası düzene meydan okuyan Amerika, bugün çok daha farklı bir politikayı yürütmeye çalışıyor. "Süper Güç" olmanın her şeyi tek başına ve istediği yapmak manasına gelmediğini, acı tecrübelerle bir kere daha gören Amerika; şimdilerde Irak'ta girdiği çıkmazdan kurtulmak için işbirliği imkanları arıyor. Bu noktada her zamankinden çok ihtiyaç duyduğu ülkelerden biri de Türkiye'dir... Bazı akıldaneler, nedense ısrarla ve inatla Türkiye'nin bölgedeki önemini küçümsemeye çalışıyor ama, amiyane tabiriyle kazın ayağı öyle değil!.. Zira bir çok Amerikalı "uzman", Irak ve genel olarak Orta Doğu'da Türkiye'siz bazı şeylerin yapılamayacağını bağıra bağıra söylüyor. İnanmayan Henry Kissinger'in konuşmalarına baksın!.. Bunları söylemekle Türkiye'nin gücünü ve önemini abartıyor değiliz. Elbette Türkiye bir Süper Güç değil. Ama Türkiye sıradan bir ülke de değildir. Şüphesiz Türkiye'nin Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya'daki ağırlığını en iyi bilen devletlerin başında Amerika geliyor. Bu gerçeği daha birkaç gün önce, George W. Bush bizzat ifade etti. Kendimizi sürekli küçümsemekle elimize ne geçti şimdiye kadar? Bundan sonra ne geçecek? 2000 yılında Türkiye'ye gelen Bill Clinton'un Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmayı bir parça hatırlayalım... 21. asrın hakim gücü olarak kimi işaret etmişti? İçerde, Türkiye'yi sürekli zayıf göstermeye çalışanlar; dışarıdan ülkemize atfedilen değeri gördüklerinde şaşırıyorlar ama; eski huylarından da vaz geçmiyorlar. Türkiye ile Amerika arasında politik ve ekonomik ilişkiler, stratejik boyuttadır. Ortak Vizyon Belgesi ile, bu durum bir kere daha teyit edilmiştir. Evet, Türkiye ABD ile stratejik ortak değildir. Ama startejik ilişkilere sahiptir. Bu ilişkiler, hükümetlerle veya olaylarla sınırlı olacak kadar yüzeysel değildir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.