Dünkü gazetelerde ABD'nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman'ın beyanları geniş yer alıyordu. Edelman, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Nisan ayında gerçekleşmesi beklenen Suriye gezisi ile ilgili olarak, sorulan bir soruya verdiği cevapta; özetle Türkiye'nin Suriye konusunda uluslararası camia içinde yer almasını umduklarını, ancak bu kararı vermenin tabii ki Türkiye'ye ait olduğunu söylüyordu. Edelman'ın konu ile ilgili sözleri bütün olarak değerlendirildiğinde, üstü örtülü biçimde dile getirilse de, ABD'nin Sezer'in Şam'a yapacağı geziyi olumlu karşılmadığı, bundan rahatsızlık duyduğu açıktır. Nitekim Cumhuriyet Gazetesi, "ABD'den Gözdağı" diye manşetten verdi ve Edelman'ın örtülü olarak Sezer'in Suriye gezisini iptal etmesini istediğini üst başlığa çıkardı. ABD cenahından yapılan buna benzer açıklamaların ilki değil bu... Daha önce de, Abdulah Gül'ün Suriye'ye yaptığı resmi ziyaretler öncesi ve sonrasında hemen hemen aynı tepkiler verildi. Hatta, Gül'ün Suriye'ye değil de İsrail'e gitmesinin daha iyi olacağı salık verildi! Aynı şekilde Tayyip Erdoğan'ın İran ziyareti sırasında da benzer mesajlar duyurulmuştu. Bunun gibi Irak işgali öncesinde; ABD Türkiye'nin öncülük ettiği "Irak'a komşu ülkeler toplantısı"na da iyi gözle bakmadığını hissettirmişti. ABD Türkiye'nin her yaptığından hoşlanacak veya Türkiye onun her yaptığını beğenecek diye bir kaide yok elbet!.. Bağımsız devletler dış politikalarını planlarken, destek ararlar, çeşitli ittifaklar da kurarlar. Ama bağımsızlıklarının gereği olarak atacakları her adımda birilerinden izin almak gibi bir mecburiyetleri yoktur. Türkiye herhalde bir "Muz Cumhuriyeti" değildir. Dış politikasını kendi menfaat esasları dahilinde planlayıp uygulamaya koyar. Bunun ABD'nin veya bir başka ülkenin hoşuna gidip gitmemesi, karşı tarafın meselesidir. Ama ülkemizde bazı kalemler, Suriye'nin geçmişte bölücü teröre verdiği desteği hatırlatarak, bu ülke ile geliştirilen ilişkileri birilerinin hesabına farklı şekilde değerlendiriyor. Eğer bunların aklına uyulursa, geçmişte niza yaşadığımız hiçbir ülke ile sağlıklı münasebet kurmamız imkansız hale gelecek. Mesela Yunanistan'la... Diğer taraftan Amerika'nın kendi siyasi hedeflerini gerçekleştirmek için başka ülkelerden destek istemesi, yandaş araması da tabiidir. Ancak bunun diplomatik nezaket ölçüleri içinde yapılması da esastır. Bu açıdan ABD'nin son yıllardaki üslubu rahatsız edicidir. Yeni dönemde düzeltilmesi beklenen bu üslubun dünyada büyük tepkiler topladığı bilinmeyen bir şey değil. Bugün Suriye'nin Lübnan'dan askerlerini geri çekmesini 1559 sayılı BM kararını gerekçe göstererek acele ettiren ABD, nedense 38 yıldır devam eden ve hakkında tam 78 BM kararı bulunan İsrail işgalini aynı şekilde değerlendirmiyor... Tam tersine bugüne kadar doksan küsur veto kararı ile, BM Güvenlik Konseyi'nin iradesini akamete uğratmıştır. Bu gerçekler karşılıklı güven esasında derin etkiler meydana getirmiştir. Keza 1990'daki Körfez Savaşı sırasında da Türkiye, Süleyman Demirel'in ifadesiyle; "Dünya ile birlikte hareket etmiştir..." Peki sonuç ne olmuştur? Türkiye Körfez Savaşı dolayısıyla uğradığı zararlarını telafi etme noktasında muhatap bulamadığı gibi, Saddam'ın topla tüfekle kovduğu, Irak vatandaşı 500 bin Kürdü barındırma külfetini de yüklendi... Dolayısıyla Türkiye herhalde geçmişte, uluslararası camia ile birlikte hareket etmenin ne manaya geldiğini, bunun ne zaman ne ölçüde gerekli olduğunu iyi bilmektedir! Şimdilerde Edelman ve başka isimlerin, diplomatik nezaket ölçülerini de zorlayan biçimde seselendirmeye çalıştıkları durumlara, ABD gözlüğü ile değil, biraz da farklı ve geniş açılardan bakmak gerekiyor. Eğer ABD'ye kalacak olursa, yarını bile beklemeden Türkiye'nin Suriye ve İran ile ilişkilerini buzdolabına kaldırması gerekir! Brüksel'de yapılan son NATO zirvesinde, Bush'un bütün ısrarlarına rağmen, AB Çin'e olan silah satışı yasağının kaldırılacağını açıkladı. Bu konuda Fransa Devlet Başkanı Chirac'ın özellikle sergilediği tavır dikkat çekici idi. Demek ki, ABD istiyor veya istemiyor diye, başkaları hemen o yöne dümen kırmıyor. Hâlâ daha 1 Mart tezkeresine takılıp kalanlar, dünyanın gidişatına baksalar iyi olur. Türkiye ne soğuk savaş döneminin anlayışıyla, ne de tek kutuplu bir dünya mantığı ile doğru ve kararlı dış politika oluşturamaz. Satranç tahtasında fil de var, at da var, şah da var!..