Ulus devlet, proaktif siyaset (2)

A -
A +

Dün bir nebze üzerinde durduğumuz; MİT Müsteşarı Emre Taner'in açıklamasından şu cümleye dikkatinizi çekmek istiyorum: "Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus-devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olmamakla kalmayacak; aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devrim ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir..." Bu cümleyi, İngiliz The Independent gazetesinin şu haberi ile birlikte değerlendirmeye ne dersiniz: "Irak petrolünün yüzde yetmiş beşi, 30 yıl boyunca ABD ve İngiltere arasında paylaşılacak..." Evet!.. Irak petrolleri 1972 senesinde millileştirilmişti. Ama şimdi; işgal altındaki bu devletin parlamentosundan yakında çıkacak bir kanunla; yeniden Batı'nın büyük petrol şirketleri ülkenin tabii kaynaklarını işletme hakkını(!) elde edecek. Her şey gayet açık ve net değil mi? Irak, şayet kendi zengin kaynaklarını sahiplenecek ve koruyacak kadar; güçlü ve sağlam bir devlet yapısına sahip olsaydı, bu işgal gerçekleşir miydi? Bu soruyu bazılarınız lüzumsuz görebilir. Doğrudur... Ama MİT Müsteşarı galiba tam da bölgemizdeki bu ve benzer gelişmeleri ve küresel dengelerdeki kaymaları göz önüne alarak âdeta haykırıyor: "Bu süreç içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakmış ya da bekle-gör-tavır al taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Yalnız savunma pozisyonunda olmak, Türkiye'ye haiz ('has' mı denilmek isteniyor?) şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır." Şüphesiz Sayın Taner; bu süreçte Türkiye'nin pasif değil, aktif bir tavır içinde olmasını ve gelişmeler içinde ön almasını; bunun için de gerekli müdahalelerde bulunmakta gecikmemesini teklif ediyor... Bunu yapabilmek için gerekli şartları da bir bir saymış MİT Müsteşarı: Ülkenin ekonomisinin güçlendirilmesi, dinamik ve kusursuz bir dış politika takip edilmesi, caydırıcı bir askeri yapılanma ve bu üç ayağı desteklemek üzere; istihbarat fonksiyonlarının güvenlik politikaları ve milli çıkarları destekleyecek şekilde yeniden kurgulanıp geliştirilmesi... Askerî güç-ekonomik güç Askerî gücün caydırıcılığı, arkasındaki ekonomik gücün büyüklüğü ile paraleldir. Amerika Birleşik Devletlerinin 11 Trilyon Dolarlık bir milli geliri (25 ülkeden oluşan Avrupa Birliğinin toplam milli geliri kadar...) olmasa; bütün dünyada yapılan 1 trilyon 200 milyar dolarlık savunma harcamalarının yarısını (600 milyar dolar) tek başına yapmazsa; Birleşmiş Milletleri ve Uluslararası Hukuku bir kenara iterek; İngiltere ile birlikte Irak'ı işgal edip petrolüne el koyabilir miydi?.. Şimdi de E. Org. Hilmi Özkök'ün veda konuşmasındaki bir iki paragrafa göz atalım: "... Diğer taraftan etkilerini artık herkesin çok daha iyi anlamaya başladığı küreselleşmeyle beraber, ülkelerin etki ve ilgi alanlarının sınırlarında da önemli değişimlerin olduğunu görüyoruz. Artık ülkelerin etki ve ilgi alanları neredeyse birbiri üzerine binmiş durumdadır. Bugün bu alanların nereden başlayıp nerede bittiğini tespit etmek mümkün değildir. Hatta bazı gelişmiş ülkeler için ilgi alanı, uzayın derinliklerine kadar uzanmaktadır." Sayın Hilmi Özkök; "Başarısız Devletler", "Entegre olamamış boşluk" ve "zayıf devletler" tanımına temas ettikten sonra, devletler arasındaki gruplaşmalara sözü getirmiş ve şöyle demişti: ".... Özellikle de güçlü devletler, her alanda aralarında gittikçe artan oranda ortak bir anlayış ve iş birliğine yönelmiş durumdadırlar. Eski düşmanlıklarını bir tarafa bırakarak aynı kaptan karın doyurmaktadırlar... Bugün sahip olunan teknolojinin, bilginin ve hatta güvenliğin çoğu bu ülkeler tarafından el birliği ile üretilmektedir. Bu ülkeler ve bu ülkelerle yakın iş birliği içindeki diğer ülkeler, dünya üzerinde "işleyen merkez" olarak adlandırılmakta, geri kalan ülkeler ise "bütünleşememiş boşlukta" gösterilmektedir. Ve ikinciler için gelecek bir kâbustan ibarettir. Her biri kısırlaştırılarak, etkisizleştirilerek dünya kovanının işçi arıları yapılmaktadır..." İşte yaklaşık beş buçuk ay önce Sayın Özkök'ün söyledikleri ve işte şimdi Sayın Taner'in söyledikleri. Her iki değerlendirme de çarpıcı değil mi?!.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.