"Uzlaşma" tartışmaları artık nafile!..

A -
A +

Bir uzlaşma lafıdır gidiyor... En büyük uzlaşmayı da, anlaşmayı da Türk Halkı sandık başında gerçekleştirmedi mi? Seçimler öncesinde, muhalefetin ileri sürdüğü itiraz ve argümanların hangisi artık hüküm ifade ediyor? Cumhurbaşkanlığı seçimi, Deniz Baykal'ın başını çektiği çok ortaklı "koalisyon" tarafından çıkmaza sokulduğu için; anayasa hükmü gereği derhal seçim kararı alınmıştı. Seçimlerde halkın yüzde seksen beşi, Temmuz sıcağına ve mevsimin diğer ekonomik ve sosyal şartlarına rağmen; sandık başına giderek, reyleriyle iradesini ortaya koymuş ve bu reylerin yüzde seksen altısı nisbetinde de, parlamentoya yeni temsilciler gönderilmiştir. Artık o eski iddialar, tümüyle geçerliliğini yitirmiştir. Yani Meclis'in görev süresinin sonuna yaklaştığı, iktidar partisinin % 34 oranındaki oylarıyla Meclis'in % 66'sını elde etmiş olduğu vs... bunların hiçbirinin hükmü kalmamıştır. Henüz dumanı tüten seçim sandığında; her iki seçmenden birinin oyunu almayı başaran iktidar partisine mensup birinin, cumhurbaşkanı seçilmesinden daha tabii ne olabilir? Fakat bazıları, hâlâ eski teraneleri tekrarlayıp duruyor!.. Peki anayasanın cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili maddelerinde; "uzlaşma" diye bir hüküm var mı? Hayır. Demek ki, bu uzlaşma; yalnızca siyasi bir söylem ve konjunktürel bir yaklaşım. Yani, seçim için herhangi bir şekilde, gerekli anayasal çoğunluk sağlandığı takdirde; kimsenin uzlaşma filan arama mecburiyeti kalmaz. Burada işi zora sokan, Anayasa Mahkemesinin; toplantı için şart haline getirdiği 367 mecburiyetidir. Daha önce Meclis'e girmeyerek, prosedürün işlemesini engelleyen siyasi partilerin, halktan nasıl bir tepki gördükleri de apaçık meydanda!.. Baykal ve Mumcu, bunu hâlâ kabullenmek istemiyor ama; Mehmet Ağar, yapılan hatayı dürüstçe ve mertçe itiraf etti. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, seçimler öncesinde söylediklerinin arkasında durarak; Meclis oturumuna katılacaklarını açıkladı. Yani, toplantı yeter sayısı olan 367 oy için; herhangi bir pürüz ve zorluk kalmamıştır. Elbette yeni Cumhurbaşkanının daha geniş bir oy tabanı ile seçilmesi tercih edilir. Ama burada, parlamentodaki herkesin oyunu alma mecburiyeti de yoktur. Daha önce seçilenlerin aldıkları oy miktarı da ortadadır... Buna, "AK Parti her iki seçmenden birinin oyunu almıştır" tesbitine; "Demek ki, her iki seçmenden birinin oyunu da alamamıştır..." mugalatası ile, yorum getiren Sayın Demirel de dahildir! Kendisi DYP'nin başında iken; 1991 seçimlerinde, ancak % 27.03 oy (o vakit halktan istediği ödünç oylar dahil...) alabilmiş ve bununla da Çankaya'ya çıkmıştı. Acaba 1991'de, seçmenin kaçta kaçı kendisine oy vermemişti?! Şurası muhakkak ki, bu tür mugalatalar, "Demirel Efsanesi"ni iyice bitirip tüketiyor. Yazık...Diğer taraftan, "AK Parti halkın yüzde 53'ünden oy alamamıştır" diyen CHP'li Mustafa Özyürek gibi; Prof. unvanlı siyasetçilere de, vatandaş artık kıs kıs gülüyor... Özetlersek, cumhurbaşkanlığı seçimi için; zoraki sürdürülmek istenen uzlaşma tartışması, anlamsızdır. Kamuoyunu boşuna meşgul etmektir. "Basının ittihatçıları..." Yukarıdaki ifade, Star Gazetesi yazarı Mehmet Altan'a ait. 22 Temmuz seçimleri öncesinde; kendi beklentilerini halkın temayülü gibi yansıtan, doğru yöntemlerle kamuoyu araştırmaları yapıp isabetli tahminlerde bulunan araştırmacılara hakaret yağdıran ve sandıktan çıkan sonuçlar karşısında da, tam bir pişkinlik sergileyip, suçu yine halka yıkmaya çalışan malum kalemler; aynı densizliklerini hız kesmeden sürdürüyorlar!.. Mehmet Altan diyor ki; "İttihat ve Terakki geleneğinde, doğru yoktur. Gerçek yoktur. Olaya yansız bakmak yoktur. Ne vardır? Propaganda vardır... Seçim ertesinde Türk basınının özellikle bir kesimi ile halk iradesi arasındaki uçurumu iyi tahlil edebilmek için, İttihat ve Terakki geleneğine iyi bakmak gerekir. Rezil olanlar... Aslında basının ittihatçılarıdır." Evet, aynen öyle oldu. Bazısı, öfkeden kudurmuş gibi... Onların istediği şekilde oy kullanmayan vatandaşlara, o kadar küstahça saldırıyorlar ki!.. Birileri, kendi dar penceresinden üfürüyor... Ona göre, demokrasiyi sadece sandık başına gitmekten ibaret sanan ve belli bir düzeyden yoksun olan halkın, doğru karar vermesini beklemek, akla aykırı imiş... Vatandaşı hor ve hakir gören şu zavallı, sefil mantığa bakınız! Hele, ikide bir halka görgü ve nezaket dersi vermeye kalkışan, bir Paris dilberi var ki; en pespaye sokak diliyle, seçim sonuçlarını değerlendirme(!)ye çalışıyor. Kedi, köpek gibi hayvanlara gösterdiği özenle şöhret bulan kimileri de; ülkesinin insanlarına karşı, en kaba ve çirkin ifadeleri kullanmaktan kaçınmıyor. Öyle Anlaşılıyor ki, bunların "hayvancıl" yönleri güçlü ama, insancıl tarafları pek zayıf. Yazıklar olsun!.. Peki bütün bu kepazeliğin bir sonucu olmayacak mı? Mesela, bunlara bol sıfırlı dolar çekleri ile maaş ödeyen patronlar; en azından şöyle bir ikazda bulunmaz mı: (Hey adamım!.. Cehaletin, saçma sapan fikirlerin neyse de; bunca hakaret ettiğin insanlar, her şeyden önce müşteri!.. Yani, velinimetimiz. Ne yaptığının farkında mısın?!)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.