Dün basın-yayın organlarında, Türkiye-AB müzakere sürecini kesintiye uğratabilecek; "veto" tehdidine dair haberler epeyce geniş yer tutuyordu. Özellikle gündeme gelmesi muhtemel veto sayısı konusunda, hayli değişik rakam ve yorumlar vardı... Müzakere sürecindeki 35 başlığın her birinin açılışında ve kapanışında masaya sürülecek veto mekanizması böylece 70 kere tekrarlanabilecek, bir de toptan kabul sırasında söz konusu olursa tamı tamına 71 kere burnumuza dayatılabilecekti. İlk ikisi atlatıldığına göre, geride daha 69 adet vardı! Bazıları da işi iyice abartıp bu 71 sayısını 25 üye için firesiz hesaplayarak, yani 25'le çarparak; tam 1775 defa gerçekleşme ihtimalini bulmuşlar... Elbette bütün bunlar farazi şeyler. Her ülke, her fasıl başında veya sonunda veto yoluna başvuracak diye bir durum olmayacağına göre, konuya daha gerçekçi yaklaşmak iyi olur. Kıbrıs meselesi daha en başında, Türkiye ile Avrupa Birliği (Hatta Avrupa Birliği ismi Ortak Pazar iken...) arasında bir çıban başı mahiyetini arz ediyordu. Yani 1959 yılına gidersek; Türkiye Ortak Pazar'a üye olma niyetini somut bir şekilde izhar ettiğinde, bir taraftan da Yunanistan ile kıyasıya Kıbrıs görüşmelerini sürdürüyordu... Ankara Anlaşmasının imzalandığı 1963 yılı da yine Kıbrıs meselesinin alevlendiği bir zaman dilimidir. 1974 Barış Harekatı, Ecevit ve yandaşlarının iddiasına göre, Yunanistan'ı cunta yönetiminden kurtarıp demokrasiye kavuşturmuştur! Ama aynı harekât, Türkiye için uluslararası arenada ambargoların ve bitmek bilmeyen siyasi baskıların tetikleyicisi olmuştur... 1978'de aynı Ecevit, "Onlar ortak, biz pazar olmayacağız..." mantığı ile gümrük birliği yükümlülüklerini dondurunca, bizimle birlikte AB'den giriş davetiyesi almış olan Yunanistan; adeta elini kolunu sallaya sallaya ve büyük teşvikler de alarak tam üye oldu!.. 1980 ihtilali de bu konunun üzerine tüy dikti... Kenan Evren dönemin NATO Başkomutanı Rogers'in arkadaşlık sözüne güvenip, hiçbir başka güvence almadan Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına geri dönmesini sağlayınca; artık yeni bir dönem başladı. Bu dönemde Yunanistan, Türkiye'nin NATO için kendisine karşı kullanmadığı veto silahını, AB yolunda tepe tepe kullandı... 1997 Lüksemburg Zirvesi'nde, Türkiye'nin adaylığı reddedilirken; başlıca gerekçeler Kıbrıs Meselesi, Ege'deki Türk-Yunan anlaşmazlıkları ve ülkemizdeki insan hakları ihlallerine dair şikayetlerdi. Adaylığa kabul edildiğimiz 1999 Helsinki Zirvesi sırasında da Kıbrıs ve Ege meseleleri yine, son ana kadar bize dayatılmak istenmiş, o zaman da hararetli pazarlıklar, gece yarısı ziyaretleri vs. sonucunda uzlaşma sağlanmıştı. Görülüyor ki, Kıbrıs ve Ege meseleleri, sadece Yunansitan ve Kıbrıs Rumları tarafından değil, aslında bütün Avrupa ülkeleri; en azından AB'ye liderlik yapan ülkeler tarafından büyük bir istek ve iştahla kullanılmaktadır. Kullanılmaya devam edilecektir. Bu noktada zaman zaman siyasilerimizin yaptığı keskin çıkışlar sonucu değiştirmeyecektir! Çünkü bu konuda Avrupa Birliği işin başında, kendi ilkelerini bizzat çiğnemiştir. Dolayısıyla burada ahde vefa, yahut ilkeli ve objektif bir davranış beklemek, fazla iyimserlik olur; hatta saflık olur. AB şimdiye kadar verdiği sözleri tutmamıştır. Bu açık. Bundan sonra da mecbur kalmadıkça o sözleri yerine getirme konusunda fazla gayret göstermeyecektir... Ama her seferinde müzakere süreci ile doğrudan veya dolaylı olarak alakası bulunmayan konuları, pişkince önümüze koymaktan kaçınmayacaktır. Bunu iyi bilelim ve iyi anlayalım!.. Önceki gün meydana gelen teşevvüşten sonra, Batı medyasının yansıttığı hava; aslında bunu çok açık olarak yüzümüze haykırıyor. Sanki Türkiye'ye büyük bir lütufta bulunmuşlarmış gibi, atıp tutuyorlar. Yok Türkiye uçurumun kenarından dönmüş de, yok şöyleymiş de böyleymiş de... Bu saçma sapan yayınlardan daha şaşırtıcı olanı, Türk medyasının sanki yeni bir durummuş gibi, bunları heyecanla kamuoyuna sunmasıdır. Oysa bunu yapmak yerine; AB konusunda halka daha doyurucu faydalı bilgiler verilebilir. Bu noktada asıl büyük görevler, tabii ki devlet ve hükümet yetkililerine düşüyor. Halkımızın geneli için son derece karmaşık ve uzmanlık isteyen teknik bir konuda, ilgili mercilerin kamuoyunu yeterince aydınlatması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Eğer bu ihtiyaç karşılanırsa; halkın bilinçli desteği birçok hususu kolaylaştıracaktır. Bu noktada Ortak Tutum Belgesi'nde Türkiye'ye yöneltilen eleştiriler ve sıralanan isteklerin halkımız tarafından yeterince bilinmesinde çok büyük faydalar vardır. Medya veto sayısı yerine bunları daha geniş yazsa, çok yararlı bir iş yapmış olur!