Milliyet gazetesi, Denktaş'ın Ankara'da yaptığı son çıkışı şu cümle ile manşete taşımıştı: "VURUŞARAK ÇEKİLİYOR!.." Denktaş'ın söylediklerini bu manşetle yan yana koyup düşündüğünde, insan şunu demekten kendisini alamıyor; VURUŞARAK ÇEKİLSİN DE, YALNIZ TÜRK TARAFINA VURMASIN!.. Gerçekten, Sayın Denktaş'ın Ankara'da karşılanış biçiminden tutun da, verdiği konferansta söylediklerine kadar, her şey ve her nokta beraberinde bir dizi soruyu akıllara getiriyor. İsterseniz, sondan başlayarak bu soruların bazılarına işaret edelim. Denktaş zehir zemberek konuşmasının akabinde, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül'le yaptığı görüşmeden sonra, bambaşka bir hava ile Ada'ya döndü. Hani "yaslı gittim, şen geldim..." misali, Türkiye'ye hüzünlü geldi; fakat ne olduysa oldu ve çözüm için pek "UMUTLU" olmasa da, "MUTLU" şekilde KKTC'ye döndü. Açıklamasına göre bu mutluluğun sebebi, Erdoğan ve Gül'ün bilinen hassas konularda kendisi gibi duyarlı olduklarını görmesi ve onlardan bu noktada güvenceler almış olmasıymış! İyi de, 10 Şubat öncesi süreçte, yani New York'a gitmeden evvel, bu duyarlılıklar görülmedi mi, bu güvenceler verilmedi mi? Milli Güvenlik Kurulu'nda ne görüşüldü, görüşmeden sonra nasıl bir bildiri yayınlandı? Bunun hemen arkasında Sayın Denktaş Ankara'ya geldiğinde, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı ile neler konuştu? Başbakan, onun kaldığı otele kadar gidip kendisini ikna etmeye çalışırken, bu güvenceleri vermemiş miydi? Kimse kusura bakmasın ama, "DUYARLILIK" ve "GÜVENCE" işinin bu kadar geç kaldığına inanmak o kadar kolay değil. Çünkü New York'ta iken de kendisi ile yapılan görüşmelerde aynı şeylerin söylendiği basına kadar sızdı. Bunu bırakalım... Vuruşarak çekilme işi daha akla yatkın geliyor. Böyle de olacağı taa baştan beri belliydi. Çünkü Denktaş'ın sürekli şekilde "İNTİHAR" ve "TESLİMİYET" olarak nitelendirdiği Annan Planı'nı kabul etmesi, kendisini inkar anlamına geliyordu... Peki bu gövde gösterisini; vatandaşlarının üçte birinin daha şimdiden "RUM PASAPORTU" aldığı söylenen KKTC'de yapabilir miydi? Gerçi Ankara'ya gelişinde de rivayetler muhtelif... Başrolde ATO Başkanı Sinan Aygün görünmekle beraber, perde gerisindeki esas muharrik gücün Süleyman Demirel olduğu açıklanmış bulunuyor. Zira Denktaş, önceleri gelmek istememiş ama, onun ısrarlı ricasını kıramamış!.. İlginç. Kürşat Bumin, Yeni Şafak'taki köşesinde, İP'ten Ülkücülere, Türk Ocaklarından Recai Kutan'a, Ecevit'ten Demirel'e kadar bütün muhalif ve zıt kutupların bir araya geldiği toplantıyı, "yenilenlerin ve yerinden katılamayanların buluşması" olarak nitelendiriyor. Toplantı gerçekten ilginçti ama, geriye ne kaldı acaba? Mesela Denktaş'ın referandumda hayır dedirtmek için start verdiği bu toplantı beklenen sonucu verecek mi? Bekleyip göreceğiz. Bu arada bir hafta içinde, iki ayrı sansasyonel toplantının "ev sahibi" olarak "PEAK-zirve" (Bazılarının aklına "pike yapmak" gelebilir, ama o tam tersi bir anlamdır!) yapan ATO Başkanı Sinan Aygün ise çok iddialı... Konuk olduğu bir televizyon programında iddialarını sürdürüyor, diyor ki; "Denktaş'ın atamayacağı yere, bu hükümet de imza atamaz, atmayacak, atmaz da..." Gördüğünüz gibi son derece kesin olan bu ifadeleri Aygün, hükümete atfen söylüyor. Bu da ilginç değil mi? Özetlersek, Denktaş'ın, "Türkiye'nin sesini duymak için geldim" dediği ziyaretinin sebep ve gerekçeleri, Ankara'daki etkinliğin içinde yer alan aktör ve figüranların her birine göre çok farklı ve çeşitli. 28 Mart'a ve 1 Mayıs'a kadar, bu "MİLLİ DAVA" üzerinden daha pek çok dava yürütülecektir!.. Sonunda kimileri "peak", kimileri de "pike" yapacak... Sabırla izleyeceğiz.