Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in, Adli Yıl başlangıcı münasebetiyle yaptığı konuşma; beklendiği üzere, yoğun negatif tepkiler aldı. Dün bu köşede de, Yargıtay Birinci Başkanı'nın konuşmasında, kimi temel kavramlarla ilgili yaklaşımlarda, öne çıkan yanlışlıkların üzerinde durmuştum. Yüksek Yargı Organlarının başında bulunan isimlerin, böyle önemli zamanlarda yaptıkları konuşmalar, ister istemez büyük dikkat ve olumlu-olumsuz tepkiler çeker. Bu çok tabii bir durumdur. Nitekim bundan on yıl önce, Gerçeker'in seleflerinden Sami Selçuk'un aynı konseptte yaptığı konuşma; büyük bir ilgi toplamış, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının nasıl anlaşılması gerektiği konusunda, çok önemli bir referans metin haline gelmişti. Aynı şekilde Ahmet Necdet Sezer'in, Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla; 1999'da yaptığı konuşma, belki de kendisine Cumhurbaşkanlığına giden yolu açan etkenlerden biri olmuştu... Sezer Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, bahse konu konuşmanın tam tersi istikamette bir tutum benimsedi. Dolayısıyla o özgürlükçü anlayışı öne çıkaran konuşmasının, kendisi tarafından kaleme alınıp alınmadığı hususu çok tartışılır oldu!.. Buna karşılık Sami Selçuk, bilinen çizgisini hiç değiştirmedi, daha da öteye yargıçlık cüppesini çıkardıktan sonra, bilim adamı kimliği ile bu alanda çok önemli fikirler üretmeye devam etmektedir. Hasan Gerçeker'in gelecekte nasıl bir tutum benimseyeceğini zaman gösterecek. Ancak bugünkü duruşu hakkında, en azından bu son konuşmasından hareketle, pek de müspet bir kanıya varmak kolay değil... Öncelikle Sayın Gerçeker, hangi saiklerle olduğunu tam bilemediğimiz bir tavırla, ülke gerçeklerini görme ve kabullenme noktasında, realitenin dışında bir tablo sunmaya çalışıyor. Yani "Türkiye'ye özgü şartlar hikâyesi..." Türkiye'de yargının işleyişi, tarafsızlık ve adaletin gerçekleştirilmesindeki başarı durumu ortada. Bunun sonucu olarak, içeride haklı ve yerinde eleştirilere muhatap olmaktan başka, AİHM'de kararları en fazla cerh edilen bir kurum olarak da, uluslararası arenada olması gereken yerin çok uzağında... Gerçeker, bunların dile getirilmesinden rahatsızlık ve üzüntü duyduklarını söylüyor! Peki bu rasyonel bir duruş mudur? Diğer taraftan Yargıtay Başkanı, Yargının bağımsızlığı konusunda; bilimsel kriterler ve bu alanda gelişmiş ülkelerin uygulamalarından ziyade, ideolojik bir yaklaşım sergiliyor. Anayasa Mahkemesi'ne ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na, Meclis'in üye seçmesine şiddetle karşı çıkıyor... Oysa medeni dünyadaki uygulamalar bunun tam tersini söylüyor. Fakat Yargıtay Başkanı, birinci sınıf yargıçları da, Yargıtay ve Danıştay üyelerini de, HSYK üyelerini de seçen aynı dar zümrenin, kendi içinde dönen ve mesleki alanda dahi, geniş temsil imkanı vermeyen mevcut çarkı, daha tarafsız buluyor! Hele bir de Başkan'ın konuşma metninde olup da, kendisinin okumadığı bir cümle var ki, evlere şenlik!.. Şöyle diyor: "Yandaş yargıyı değil, tam bağımsız ve tarafsız yargıyı oluşturmak için uğraş vermeliyiz." Sormak lazım: Sayın Başkan, 'yandaş yargı' ne demek? Kim yandaş, kime yandaş? Sizce 'Yandaş' olmayanlar acaba, bu yandaşlara karşı kimin veya neyin yandaşlığını yapıyor? Hukukta böyle kavramlar olabilir mi?