1974 yılında bir genel af çıkarılmıştı. Affın kapsamı güya adi suçlarla sınırlandırılmıştı. O zamanlar henüz PKK terör sahnesinde yer almadığı için, anarşi diye tanımlanan terör ve tedhiş olaylarının failleri, sayısı kabarık sol örgütlerdi. İşte bu örgütlerin mensupları sözde af kapsamı dışında bırakılmıştı. Ama öyle olmadı, Anayasa Mahkemesine yapılan bir başvuruyla, mesele "EŞİTLİK" parantezinde hallediliverdi ve hapiste ne kadar anarşist varsa bir çırpıda salıverildi. Bu affın tartışması yıllarca sürdü, ama birilerinin beklediği netice bir kere hâsıl olmuştu! Nitekim hapisten çıkan sol örgüt üyeleri, anarşiyi tırmandırdıkça, ülkenin siyasi istikrarı da paralel biçimde bozulmaya yüz tuttu. Bu tırmanma süreci, 12 Eylül askerî müdahalesi ile noktalandı... Siyasi istikrar ve güçlü hükümetlerin olmadığı dönemlerde kamu düzenine yönelik çeşitli tehditler daima büyüme gösterdi. Üçüncü yargı reformu paketinden kimlerin kaç tavşan çıkaracağını kestirmek zor! Hiç beklenmeyen sonuçlar da zuhur edebilir. Evet, bu paket bir genel af düzenlemesi değil. Ancak bu yargı paketinin muhtevasına, kısa zaman içinde yapılan ilavelerin etkisinin çok geniş olacağı tahmin ediliyor. Özellikle tutuklu olarak yargılanan, Ergenekon, Balyoz, askerî casusluk, internet andıcı vb. davaların sanıkları, genel bir tahliye beklentisi içine girdi. Şüphesiz tahliye, davanın sonlanması veya beraat değildir. Ancak bugüne dek, isnat edilen suçun vasfı ve delillerin karartılması; sanıkların kaçma durumu yahut üçüncü kişilere baskı yapma ihtimali gibi, tutuklamayı gerekli kılan unsurların bir anda farklı norm ve yorumlarla zayıflaması, davaların seyrini değiştirecektir. Kaldı ki, yargı alanı dışında yapılan yorumlar, mesela Meclis Başkanının, hükümet üyeleri de dahil bazı siyasilerin yorum ve yaklaşımı, bu değişimin işareti olarak değerlendiriliyor... On yıllar boyunca açılamayan, darbe-muhtıra ve buna yönelik derin yapıların soruşturulması ve kovuşturulmasına dair hukuki sürecin sekteye uğraması, telafisi imkânsız yeni zararlar doğurabilir. Siyasetin güçlenmesi ve yürütmenin gereken iradeyi ortaya koymasıyla, bugüne dek üzerine gidilemeyen yasa dışı derin yapılanmalar, büyük çapta deşifre edilip etkisiz kılındı. Ancak tehlikenin tamamıyla geçtiğini varsayamayız. Ortaya çıkan kimi ses kayıtlarından, birilerinin hâlâ daha hangi niyetler beslediği, nasıl bir intikam duygusu içinde bulundukları net olarak anlaşılıyor. Hatta şaşırtıcı biçimde, bunların kanundan mutlaka yakalarını kurtaracaklarına dair beklentileriyle, bu minvalde gelişmelerin yaşanması çok manidardır. Bu arada esas tehlike, yargı alanında oluşabilecek kafa karışıklığıdır!.. Bazı yargı mensuplarının son zamanlarda ortaya koydukları tereddüt ve geleceğe dönük kişisel yahut sınıfsal endişeler oldukça düşündürücü. Klasik bürokrasinin bariz refleksi, siyasi atmosfere bakarak tavır takınmasıdır... Beş yıl öncesine kadar, arkasında güçlü bir siyasi irade bulamadığı için, netameli konulara giriş yapmakta ürkek davranan yargı, şayet yeniden böyle bir psikolojinin içine girerse, hukuk devletinin işleyişinde problemler yaşayabiliriz.