Devletin üç temel erkinden biri olan yargıda, uzun zamandan beri ciddi sıkıntılar yaşanıyor... Yargı ile ilgili bazı meselelerde âdeta kangrenleşme durumu var. Kangrenleşme ise neşter, yani behemehal ameliyat gerektirir... Yakın geçmişte yargının bağımsızlığına gölge düşüren pek çok hadise yaşandı. En vahim hadiselerden biri, 28 Şubat döneminde yargı mensuplarının askerî cemselere bindirilerek Genelkurmay karargahında brifinglere tabi tutulmasıydı. Bir dönem Bülent Ecevit'in "Yargı devrimcilerin elinde..." diye memnuniyet bildirdiğini unutmayalım. Yine bir dönem CHP'li Mehmet Moğultay'ın açık açık yargı kadrolarına partili yandaşlarını doldurduğunu, eleştiriye uğrayınca da; "Ne yani ülkücüleri mi alacaktım?.." diye tepki gösterdiğini de hatırlayalım. Bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesi yerine, ideolojik saplantıların prim yapmaya başlaması; kimi yargı mensuplarının, yürürlükteki kanunları objektif biçimde uygulamak yerine, rejimin bekçiliğine soyunması vb. yargı görevi ile bağdaşmayan rollere itiverdi!.. Öyle ki bazı yargıç ve savcılar, asıl görevlerini unutarak, siyasetçilere özgü tarzda, üzerinde cüppeleriyle memleket meselelerini halletmeye kalkıştı... Bu sakil duruma ne yazık ki, ilgili çevrelerden gerekli tepki gösterilmedi. Yargı gibi hassas bir mekanizmada, yanlışlıkların normal muamele görmesi, akabinde mutlaka başka yanlışlıkları da davet eder. Nitekim öyle de oldu. Bir dönem mafya babaları ile kuşkulu ilişkiler içinde yakalanan yüksek yargıçlar görüldü!.. Keza devlet içindeki kimi derin yapılarla dirsek teması içinde, tuhaf kararlara imza atan yargı mercilerinin, hukukla bağdaşması imkânsız kararları da dikkat çekici şekilde artış göstermeye başlamıştı. "Laik rejimi koruma" iddiası altında, hukukun temel ilkelerini çiğneyen, adalet prensibini ters yüz eden yorumlara dayalı skandal kararlarla, nice haksızlıklar yapıldı... Binlerce genç insanın geleceği karartıldı. Bu konuda bol miktarda örnek verebiliriz. Ancak yerimiz müsait değil. Zaten vicdanları rahatsız eden tartışmalı kararların ekseriyeti, toplumun hafızasında tazeliğini de korumaktadır... Yalnız gelinen son noktada, adli mekanizmanın işleyişini kilitleyecek boyutta daha feci durumlar da ortaya çıkıyor. Haftalardan beri, iki bin civarında yargıç ve savcının görev yeri değişikliği ile ilgili kararname, HSYK'dan bir türlü çıkamıyor. Konuya dair çok rahatsız edici söylentilerin de ardı arkası kesilmiyor!.. Şayet bu söylentiler doğru ise, gerçekten vaziyet çok vahim demektir. Yargı erki, çağdaş hukuk devletlerinde olduğu gibi, sadece kendi görev alanında faaliyet göstermelidir. Yargının bağımsızlık ve tarafsızlık niteliği kaybolursa, tuzun da kokması anlamına gelir!.. Şu noktaya dikkat isterim: Devletin anayasal düzenini silah zoru ile değiştirmeye kalkışan çetelerin, kanun önünde hesap vermelerini engellemeye, hukukçu sıfatı taşıyan herhangi bir kişi tevessül edebilir mi? Ergenekon davasında, KCK soruşturmasında ve bunun gibi önemli başka bazı davalarda görev alan yargıç ve savcıları yerinden etmek için, kuralları çiğneyerek ve teamülleri zorlayarak "korsan kararnameler" hazırlamak ne menem cür'ettir? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir kabile devleti olmadığına göre, herhalde kanunsuzlukların hesabı mutlaka sorulacaktır. Devletin meşru yapısı dışında, orman kanunlarına göre hareket ederek; her türlü kanunsuzluğu işleyen çeteleri kanun pençesinden kurtarmaya çalışmak, herhalde hukuk adamlarının görevi olmasa gerek! Ama eğer bazılarının gözü dönmüşse ve çetecileri koruma ve kollama adına, yürümekte olan davaları dahi sabote etmeye kalkışıyorlarsa; herhalde devlet, yine mevcut anayasa ve kanunlar çerçevesinde gerekli tedbirleri alacaktır. Almalıdır...