Anayasa ile ilgili tartışmalar, dönem dönem alevlenir. Bir süre sonra da konu unutulur... Ta ki, yeni bir tartışmayı alevlendirecek bir gelişme olsun. Bu bazen Anayasa Mahkemesinin bir kararı olur. Bazen bir partinin yaptığı çıkış olur. Bazen sivil toplum kuruluşlarından bir hareket gelir. Kısacası esaslı bir plan, program ve hazırlık olmadan, duruma göre bir heyecan dalgası yakalanır ve bununla bir müddet vaziyet idare edilir! İktidar partisinin geçen yıl bir bilim kuruluna ısmarlayıp, bu yılın Ocak ayında da kapsamlı bir kamuoyu tartışmasına açmasını beklediğimiz, Anayasa taslağı çalışmasının; bilinmeyen(!) sebeplerle rafa kalkması, netice olarak Türkiye'yi büyük krizlere sevk etti... Çünkü yeni bir anayasa yerine, baş örtüsü meselesindeki düğümlenmeyi çözmek üzere, mevcut Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik yapıldı. Üstelik bu değişiklik Millet Meclisi'nin dörtte üç çoğunluğu (411 milletvekilinin oyu) ile geçti. Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanarak yürürlüğe girdi. Ama CHP ve DSP milletvekillerinin oylarıyla Anayasa Mahkemesinde açılan iptal davası ile bütün dengeler altüst oldu. Sadece bu değişikliğin iptal edilmesi ile iş bitseydi neyse... Ama onun ötesinde rejimin temel dayanaklarını sarsacak gelişmeler yaşandı. Zira bu iptalle birlikte, Anayasa'nın başta 148 ve 153. maddeleri olmak üzere, pek çok hükmü ihlal edilerek, Yasama organının yetkisi gasbedildi, Meclis'in iradesi bir nevi ipotek altına alındı. Bunun bir yargı darbesi olduğu, birçok anayasa hukukçusu tarafından ifade edildi. Mesela Prof. Mustafa Erdoğan (12.06.2007 Star Gazetesi); "Bu yargı darbesinin Anayasanın askeri bir cunta tarafından yürürlükten kaldırılmasından özünde bir farkı yoktur..." diye yazdı. Prof. Ergun Özbudun da, bir yorumunda (23 Ekim 2008 Zaman Gazetesi) Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ve gerekçesini uzun uzadıya eleştirdikten sonra şöyle bir görüş bildirdi: Bu karar Türk Demokrasisinin karşı karşıya bulunduğu anayasa sorununun ciddiyetini bir kere daha ortaya koymaktadır. Düğümün çözülmesi, ancak evrensel demokratik ve hürriyetçi standartlarda ve devlet organlarının karşılıklı yetkilerini yerleşik demokrasilerdekine benzer şekilde düzenleyen yeni bir anayasanın yapılmasıyla mümkün olacağa benzemektedir. Aksi halde Türkiye milletlerarası reyting kuruluşlarının (mesela Freedom House) listesinde olduğu gibi, bir "yarı demokrasi" (semi democracy) ya da "kısmen hür" (partially free) bir ülke olmaya devam edecektir. Bu tespitler hakikaten çok önemli. Zira Türkiye tam demokrasi ve tam hür ülke standardına yükselmeden, ne çarşaf açılımı, ne alevi açılımı ne de Kürt açılımı bir sonuca varamaz!.. Bahse konu "anayasa değişikliğinin tetiklediği" diğer gelişmeyi de biliyorsunuz. Mecliste üçte iki çoğunluğa sahip AK Parti aleyhine kapatma davası açıldı. Birçokları iktidar partisinin kapatılacağını beklerken, yol açacağı vahim siyasal ve güvenlik sorunları sebebiyle olsa gerek, kapatma kararı çıkmadı. Ancak yine çok tartışmalı ve tuhaf bir kararla, iktidar partisi bir nevi kayıt altına sokuldu... Kapatma tehdidi tepesinde asılı vaziyette durduğu için, AK Parti'nin siyasi cesareti de önemli ölçüde örselendi!.. Uzun zamandan beri yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu söyleyen ve yine önemli bir değişiklik paketi üzerinde epeyce çalıştığını bildiğimiz Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu; yeni bir anayasa olmasa da kısmi değişikliklerle mevcut bazı tıkanıklıkların giderilmesi gerektiğini söylüyor. AB'ye uyum çerçevesinde hazırlanan Ulusal Program gereği, böyle bir değişiklik gerçekleşse bile, kesinlikle mesele çözüme kavuş olmaz. Kesin çözüm yeni bir anayasa yapmaktır. Başka da çare yoktur! ..... Not: Bütün okuyucularımın Kurban Bayramını en samimi duygularla tebrik ederim. Nice bayramlara..