Ahmet Altan, Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu ve daha başka bazı kalemler, malum odakların Ergenekon davasını sekteye uğratmak; iktidarı zora sokup çalışamaz hale getirmek, Kürt meselesinde çözüm yollarının önünü tıkamak; böylece öteden beri süregelen vesayet rejimini sürdürmek için, ülkeyi yeni bir kaosa sürükleme çabalarının tekrar alevlendiğini yazıyor... Gerçekten son zamanlarda bu istikamette bazı işaretler var! Cumhuriyet Mitinglerini yeniden başlatma işi fiiliyata döküldü. İlk miting eskilere nazaran hayli sönüktü. Zira geçmişte zinde güçlerin verdiği etkili destek bu defa mevcut değildi. Ama Türkan Saylan'ın cenaze törenini, bu yönde bir gövde gösterisine dönüştürmeyi becerdiler. Bir kısım medyanın da yoğun desteği ile, oldukça şamata koparıldı... Hatırlanacağı üzere, benzer şekilde en provokatif eylem, Danıştay saldırısında ölen yargıç Yücel Özbilgin'in cenaze töreninde vuku bulmuştu. Törene katılan bazı hükümet üyeleri (Mesela dönemin başbakan yardımcısı Abdüllatif Şener), fiili saldırılar karşısında çok zor anlar yaşamıştı. Şimdilerde olduğu gibi, o zaman da Başbakan Erdoğan'ın niçin törene katılmadığı sorgulanmıştı. Oysa belli idi ki, Erdoğan o törene katılsa Kocatepe Camii avlusunda, daha vahim olaylar cereyan edebilirdi!.. Belki de benzer bir durumun tekerrüründen endişe edildiği için, hükümet kanadından hiç kimse Saylan'ın cenazesine katılmadı. ÇYDD ve özellikle bir medya gurubu, bu konuyu ajite ederek, Türkan Saylan üzerinden başka şeyler kotarmaya çalışıyor. Bu arada hemen belirtelim ki, geçmişte olduğu gibi toplumu kolaylıkla tahrik edemiyorlar. Yine de uyanık olmak gerekiyor. Çünkü birileri ne pahasına olursa olsun, bu ülkeye gerçek demokrasinin gelmesini istemiyor. Bu açık! O birilerinin Devlet üzerindeki kontrollerini devam ettirebilmeleri için, vesayet rejiminin devam etmesi gerekiyor... Bunun için de on yıllardır kullanılan yöntemler, bugün artık her yönü ile deşifre olmuş olmasına rağmen ısrarla yeniden deneniyor! Ordu üzerinden, yargı üzerinden, kısacası bürokrasinin her kesimi üzerinden tuhaf ve tehlikeli teşebbüslerle, bazı sivil toplum kuruluşları ve medya organları da kullanılarak demokratik rejimin normal seyrinde işleyişi durdurulmak isteniyor... Bir taraftan avazları çıktığı kadar "yargı bağımsız olmalıdır..." diye bağıranlar, öte yandan çok açık bir biçimde yargıya müdahale etmeye, yargıyı etkilemeye yelteniyor! Deniz Baykal hiçbir ihtiyat payı bırakmadan, "Ergenekon davasının arkasında Erdoğan var... Bu dava yargı mensuplarının inisiyatifi ile başlatılmış bir dava değildir... Bu dava büyük bir planın parçası gibi geliyor bana..." diyebiliyor. Ve tuhaftır ki, hemen her gün bir vesile ile demeç veren yargı mensuplarından, bu ağır ithama karşı hiç ses çıkmıyor... Ama, ortadaki bunca bilgi, belge ve müteaddit yargı kararlarına rağmen, Danıştay 5. Daire Başkanı Salih Er, insan zekası ile alay eder gibi, "Bir düş gördüm..." diye başlayarak, kendi kurumuna yapılan saldırıyı götürüp Başörtüsü meselesine monte ediyor. Tam da bu sırada, bir başka mahkeme Cumhurbaşkanı Gül'ün yargılanabilmesi için çok tartışmalı bir karar veriyor. O kararda Sayın Gül için tam beş defa "şüpheli" ifadesi kullanılıyor. Evet, ülkeyi yeniden gerilime ve kaosa sürüklemek için sahneye konmak istenen senaryoların işaret fişekleri atılıyor. Lakin bu senaryolar eskisi gibi tutar mı tutmaz mı, henüz belli değil. Ancak her halükârda başta hükümet olmak üzere, devletin bütün birimleri, muhtemel provokasyonlara karşı her zamankinden daha dikkatli ve hazırlıklı olmak zorunda!.. Kritik bir dönemden geçiyoruz.