Mahalli seçimlere iki buçuk hafta kaldı. 28 Mart akşamı her parti ve her adayın, halkı ne kadar ikna ettiği çok net bir şekilde ortaya çıkacak. Daha şimdiden kimileri için hezimet çanları çalıyor belki ama, onlar üstlerine alınmıyorlar. Haklı da sayılırlar. Çünkü hiç kimse (ben kazanamayacağım!) diye aday olmaz. Herkes mutlaka başarılı olacağını, yani kazanacağını iddia eder. Ama neticede belediye başkanlığı için yalnızca bir kişi ipi göğüsler, diğer görevler için de partilerin oy oranı belirleyici olur. Buraya kadar yazdıklarımız bilinen şeyler. O halde neden bilinenleri bir kere daha tekrarladık?! Şunun için; bütün aksi iddialara ve tahminlere ve sözlere rağmen, Türkiye'deki siyaset anlayışında çok fazla bir değişimin gerçekleşmediğine işaret etmek istedik. Evet, verilen bütün sözlere rağmen yine çevre kirletiliyor, yine sokak ve caddeler plastik bayrak afetine maruz kaldı. Bazı iş kolları için belki bu hareketlilik memnuniyet verici ama, temelde zarar gören bütün şehir halkı. Gürültü kirliliğinde artış var, eksilme yok. Karayollarındaki kamyon terörü, bugünlerde şehiriçi sokak ve caddelerde bangır bangır bağıran otobüs ve minibüs terörüne dönüşmüş... Bazıları diyecektir ki, iyi de adaylar kendilerini nasıl anlatsın? İşte bu soruyu soranlara at gözlüğünü çıkar demek gerekir! Görüntü ve gürültü kirliliği yanında, insanı belki de en fazla rahatsız eden şey, üslup kirliliği yahut söylem kirliliği... Parti yetkililerinin yaptığı konuşmalara bakınız; yüzde kaçı ucuz polemiği aşan, ileriye dönük vizyon taşıyan sözler söylüyor? CHP, hâlâ "Kökü bereketsiz" ithamına cevap vermeye çalışıyor. Bunun için de ancak mezar taşlarıyla öğünüyor. Her şeyi götürüp Atatürk'e monte ediyor. İyi de bu mirasyedi görüntüsünden kurtulmak gerekmiyor mu? Yaşayan partililerin ortaya koyacağı bir fikir, bir proje yok mu? Onu niye vurgulamıyorsunuz da, her sözü devlet, rejim ve laiklik eksenine oturtmaya çalışıyorsunuz? Bunun adı kısırlık değil de nedir? Diğer taraftan iktidar partisinin lideri, anlatması gereken bunca konu varken ille de CHP yöneticileriyle ağız dalaşına girmek zorunda mıdır acaba? Böyle olunca da, başbakanın maaşı, malvarlığı, iş hayatı seçim malzemesi oluyor. Muhalefet için en kolay yol da, iktidar mensuplarına kişisel yönlerden taarruz etmek... Söyler misiniz, şu âna kadar seçim propagandalarında sizi cezbeden, size sıcak gelen, "bravo" dedirten kaç tane plan, proje ve fikrî bütünlük taşıyan program ortaya kondu? Bana kalırsa, bazı bağımsız adayların tek başına gösterdikleri performans, çoğu partilerin ve adaylarının fevkinde!.. Bu şekilde hep geriye takılı vitesle yol alınabilseydi, bugünkü durumda olmazdık. Ancak gidişatı değiştirmek için öyle aman aman bir gayret de yok. Söylenenler hep aynı; "Tencere dibin kara, seninki benden kara!" Türkiye'nin gündemi, bozuk plak gibi hep aynı noktaya takılı kalınca da, olayların ardından nal toplanıyor. Avrupa Birliği'ne girmek için her türlü fedakarlığı yapan Türkiye, esas mesele olan zihniyet değişikliğini bir türlü yapamıyor. Siyaseten hâlâ 1960'lı 70'li, hatta çok daha gerilerde 1930'lu, 40'lı yılların yaklaşımı içinde. Bu zihniyetle Türkiye'nin imajını yenilemek mümkün olmaz. Bununla olsa olsa anlamsız kavgaların devamı sağlanır. Ama halkın bu kavgalardan bıktığını da acaba nasıl anlatacağız siyasetçilerimize?! Üzülerek ve de sıkılarak bir kere daha ifade edelim ki, kısır çekişmeler içindeki siyaset erbabı, büyük bir dinamizme sahip toplumun gerisinden nal topluyor. AB kapılarını zorluyorken, belki artık siyaset manzaraları da değişir diye düşünüyorduk ama heyhat, eski tas eski hamam...