Cumartesi gününden beri Pakistan ve Keşmir'deki felaketin görüntülerini, oradaki çaresiz insanların, kucağında cansız yatan bebeğine sarılı annenin, annelerin tarifsiz acılarını izliyoruz. Ne yazık ki, 1999'da Türkiye'nin maruz kaldığı benzerinden daha da şiddetli olduğu anlaşılıyor. Ve ne yazık ki Pakistan, yaralarını sarabilmek için şu ana kadar, dünya kamuoyundan yeteri derecede etkili olabilecek bir yardım veya ona dair güçlü bir işaret alabilmiş değil! Gazetemizin "Yalnız Kaldılar" şeklinde verdiği dünkü manşeti bu trajediyi en çarpıcı şekilde özetliyordu. Felaketten hemen sonra Pakistan dışından bölgeye ilk ulaşan ekiplerin Türkiye Cumhuriyetine ait olması çok memnuniyet verici bir gelişme. Zira Pakistan halkının en fazla sevdiği, hayranlık duyduğu ve her zaman ve zeminde kayıtsız şartsız destek verdiği ülke Türkiye'dir. Dolayısıyla en acılı zamanında Pakistanlıların, Türk kurtarma ekiplerini kendi yanlarında görmesi onlar için ayrı bir duygu olsa gerek. Başbakan Erdoğan'ın "Bütün imkanlarımızla Pakistanlı felaketzede kardeşlerimizin yanında olacağız..." şeklindeki beyanatı da aynı şekilde, şu sıralarda Pakistanlıların Türkiye cenahından duymak istedikleri şeydir. Çok yakın zamanda, benzeri bir durumu yaşamış bir devlet ve onun halkı olarak Türkiye; şüphesiz acılı kardeş ülkenin durumunu en iyi değerlendirebilecek bir konumdadır. Bu açıdan hükümetin direktif ve çerçeve organizasyonu ile, Pakistan için halktan yardım toplanacak olması çok önemlidir. Umarız hamiyyetperver halkımız bu kampanyada imkanları nisbetinde Pakistan'a şefkat ve cömertlik elini uzatır... Bu noktada Türk halkının ortaya koyacağı performans şüphesiz diğer İslam ülkelerine de örnek teşkil edecektir. Pazar günkü yazımda da belirttiğim üzere Pakistan'ın yaralarının sarılmasında birinci derecede aktif rol oynaması gereken beynelmilel organizasyon, İslam Konferansı Teşkilatı'dır... İnşallah hayal kırıklığına uğratmaz! Pakistan Ordu Sözcüsü General Şevket Sultan'ın, okullarda, ders esnasında depreme yakalanıp hayatını kaybeden çocuklar için; "Bir nesli kaybettik..." açıklamasına özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Pakistan, bilindiği gibi 140 milyon nüfuslu bir ülke. Bu kadar kalabalık bir ülke için 20-30 bin kişilik bir kayıp nasıl olur da bütünüyle bir neslin yok olmasına eşdeğer tutulur? Maalesef Pakistan için bu doğrudur. Çünkü bu ülkede okur-yazar oranı yüzde 17-18 civarındadır. Hadi bilemediniz yüzde 20!.. İşte bu gerçek sebebiyledir ki, okuma şansına kavuşmuş çocuk ve gençlerin ölümü, Pakistan için kat be kat büyük ve acı kayıp. Devlet Başkanı Perviz Müşerref, depremden hemen sonra yaptığı açıklamada; "Bu felaket bizim için milletçe bir imtihan olacak..." demişti. Bir gün sonra da "Aciz kaldık!.." diyerek, bir devlet adamı sorumluluğu ile gerçekleri dile getirdi. Çoğu politikacıların çoğu memleketlerde yaptığı gibi, popülizm ve hamaset yoluna sapmadı. Temenni ederiz ki, Pakistan'daki sivil-asker bütün yetkili ve sorumlu kişiler, bu milli felaket karşısında eski politik çekişmeleri bir yana bırakıp birlik-beraberlik içinde yaralarını sarmak için büyük bir gayret içine girecektir. Eğer bu vesile ile, Pakistan'daki iç karışıklıklar geride bırakılabilirse; "Bazen şerden hayır doğar..." sözü fehvasınca, bir musibet bin nasihatten daha tesirli olmuş olacaktır. Şayet İslam Dünyası bu mübarek ayda, kardeş ülke Pakistan ile ciddi bir dayanışmaya girebilirse, bu da on yılların dağınıklığını giderme yolunda hayırlı bir başlangıç olabilecektir. Bütün bunlar, Pakistan'ın, Keşmir'in çeşitli şehirlerindeki yıkıntıları yayınlayan tv kanallarından izlediğimiz görüntü ve gazetelerden okuduğumuz; enkaz altından gelen feryat ve iniltilerle onların yanı başında yakılan ağıtların bizi sevk ettiği duygu ve düşüncelerdir. Bunlar hayata geçer mi, yoksa yalnızca hayal ve ümit olarak mı kalır; onu zaman gösterecek. Ancak gerekli yardımları almadan Pakistan bu acılara dayanması mümkün değil. İnşallah dünya ve özellikle İslam Dünyası, yükselen feryatlara kayıtsız kalmaz!..