Eğer günün birinde, Türkiye'de Yüksek Askerî Şûra toplantıları, fevkalade bir olay veya durum olmaktan çıkarsa; işte o zaman bu ülkede demokrasinin kökleştiği; sivil yönetim anlayışının her kesim tarafından sindirilmiş olduğu, asker-siyaset dengelerinin yerli yerine oturmuş olduğu kabul görecektir... Aksi halde, her sene ağustos ayı yaklaştığında; spekülasyon, iddia ve komplo teorilerinin bini bir paradan geniş pazar bulmaya devam edecektir! Türkiye Cumhuriyeti gibi, binlerce yıllık devlet geleneğine sahip bir ülkede, Genelkurmay Başkanı veya Kuvvet Komutanlarının tayini; yahut daha alt kademedeki generallerin terfi etmesi veya emekliye ayrılması gibi, ilgili prosedür ve teamüller çerçevesinde; olması gereken ve hiçbir olağanüstü yönü bulunmayan, tam aksine devletin işleyişi ve devamlılığı ilkesinin bir gereği olan uygulamaların, her seferinde tereddüt ve endişelere, TSK'nın itibarını zedeleyebilecek polemiklere konu edilmesi, gerçekten çok üzücü ve "büyük devlet" kimliğine yakışmayan bir durumdur. Düşünebiliyor musunuz, etrafımızda çepeçevre gerginliklerin hüküm sürdüğü, işgal, iç çatışmaların genişlediği; bölgesel bir savaş için tırmanmanın yaşandığı bir sırada; bölgenin en güçlü ordusuna komuta edecek olan generalin tayini böylesine dedikodu malzemesi oluyor!.. Peki bu son derece sevimsiz duruma, kim veya kimler sebep oldu? Bu soruyu sadece son dönem için değil, geçmişe dönük on yılları kapsayacak şekilde soruyoruz. Zira bu tablo, sadece 2006 yılı YAŞ toplantısı veya Org. Büyükanıt'ın ismi ile sınırlı değil. Bazı meslektaşlarımız, neredeyse öğünülecek bir durummuş gibi, geçmişte yaşanan benzer durumları tekrar tekrar yazıp duruyorlar. Ancak burada yapılan yanlışları, nedense pek kurcalamak istemiyorlar. Bir taraftan TSK'nın çok güçlü gelenekleri olduğunu, bu geleneklerin kolay kolay bozulamayacağını tekrarlayanlar; diğer taraftan ordunun kurumsal yapısı ve duruşunun sanki bir tek kişinin konumu ile birlikte değişebileceğini ileri sürerek büyük tezata düşüyorlar. Şu son aylarda, askerî şahıs ve makamlar etrafında pompalanan tezviratın, Türkiye'nin stratejik ağırlığına ne kadar zarar verdiğini acaba hiç düşündüler mi? Yahut böyle bir endişeleri var mıdır? Her biri kendince, derin bir strateji uzmanı olan bazı kalemler için böyle sorular çok tuhaf ve anlamsız kaçabilir!.. Ama etraftan gözünü üstümüze dikip her şeyi tarassut eden güçler, bütün bu tuhaflıkları "zayıflık" olarak kayda geçiriyor. Sadece asker veya ordu adına değil; ülkenin bütün gücü ve stratejik ağırlığı adına... Bunu da unutmayalım. Bir ordunun gücü, herhalde komutanının kimliği veya dünyevi görüşleri ile ölçülmez. Bugün orduların gücü, asker sayısı ve silah mevcudu yanında; arkasındaki ekonomik destekle hesaplanıyor. Küresel güç olarak dünyaya nizamat veren büyük ve etkili orduların esas güç kaynağı da bu ekonomik destektir. Ben sade bir Türk vatandaşı olarak; silahlı kuvvetlerimiz hakkında güç ve caydırıcılık değerlendirmelerinin, komuta kademesindeki kişilerin isimleri etrafında değil; mesela okyanuslarda yüzen uçak gemileri, stratejik füzeler ve kıtalararası harekât kabiliyeti vs. ile yapılabilmesini isterim. Bunu, başka ülkelerin toprağına veya zenginliklerine göz dikmek için değil; bölgesel ve küresel barışın sağlanmasında gerçekten etkili rol oynayabilmek için, ondan da önce kendi ülkemizin güvenliği konusunda daha rahat olmak için isterim. Çünkü barışı zayıflar değil, güçlüler temin edebilir... Etrafımızda olan biteni görüyoruz! Sadede gelirsek; artık ülkemizde "Üst düzey komutan" gibi muhayyel kaynaklara dayanarak komplo teorileri üretmekten, general isimleri etrafında fısıltı hikâyeleri yazmaktan, dedikodular üretmekten vazgeçelim. Her şeyden önce bu ayıp bir şeydir. Geçmişte bunun hep zararlarını gördük. Askerlerin siyasete bulaşmasının ceremesini, bu memleket çok çekti... Diğer taraftan bazı siviller tarafından kandırılarak; üstüne vazife olmayan birtakım maceralara sürüklenen veya bulunduğu konumu daha yüksek makamlar için basamak yapmak isteyen, sonunda başarısızlığa uğrayınca da en önce o malum siviller tarafından 'ti'ye alınan pek çok asker de gördü bu ülke!.. Birçoğu artık hayatta bile değil... Herhalde günümüzün değerli komutanları, onların acıklı hikâyelerini en iyi bilenlerdir. Şu halde, daha şimdiden sahte övgüler düzüp; amiyane tabiri ile gaz vermeye başlayan goygoycuların dolduruşuna da gelmemeliler!..