Vah Trabzonum vah... Kongresine vah, tribünlerine vah... Şu, şampiyonluğun en büyük favorilerinden biri olan takımın "tribünlerine" , tarihi günlerinden bir olan "kongresine" dön de bir bak... Ne ilgi var, ne heyecan... Ne ruh var, ne hava... Ne de "umut" var ortada... Koskoca Trabzonspor hem "sahada", hem "sandıkta" yapayalnız kalmış durumda... Dün ilk olarak soluğu iki adayın yarış startının verildiği 19 Mayıs Spor Salonu'ndaki genel kurulda aldık... Ne kongre havası vardı, ne de umut... Sorduk, soruşturduk, "Eh işte... İkisi birleşseler ancak bir yönetim eder" dedi çoğu... Ardından soluğu bu kez İstanbulspor maçı için hemen yanındaki Avni Aker Stadı'nda aldık... Buradaki ortam da yan taraftakinden farksızdı... Ne maç havası vardı, ne de bir doluluk... Koca stadın dörtte üçü boş kalmıştı... Bu kez sorumlulara "hasılatı" sorduk.. "Eh işte... Hakem parasını, stad masraflarını çıkartır" dediler. Şimdi anladınız mı niye yazıya ahlarla, vahlarla başladığımı? Fazla derine gidip yaralamak istemiyorum sevdiklerimin kalplerini... Ama yakıştıramadım koca Trabzonspor'a bu kongre havasını, arenasını... Koca Trabzonspor'a üç yıllık bir görev için talip olmak bu kadar "ucuz ve basit" olmamalı. 3 yıllık bir yönetim için üç günde kadrolar oluşturulmamalı. İçinde "tecrübe" olmalı, "maddi güç" olmalı, en önemlisi vizyon olmalı... Ve dahası, Trabzonspor gibi büyük bir kulübün böylesine tarihi bir günü, seçilen yeriyle, ilgisiyle, düzeniyle, havasıyla Faroz'daki dar gelirli bir ailenin nikah törenine benzememeli. Trabzonspor'un vizyonuna yakışır olmalı... Böylesine "ilkel" biçimde değil, büyüklüğüne yakışır çağdaşlıkta olmalı. Ama suçlu bugün ortaya çıkanlar değil, bu zor günde görevden kaçanlardır. Tasarruf etmekle küçülmeyi karıştırarak, kulübü bugün sandıkta bu hallere getirenlerdir. Parçalayanlardır... Maça gelince... Sönük tribünler önünde oynanan sönük bir futboldu özeti... Belki de günün özeti ve aynasıydı dünkü 90 dakika... Takımda ne bir hava vardı, ne de bir çaba... Karnesini almış, "zil çalsa da tatile çıksak" diye bekleyen talebeler gibiydiler... Sanırım Yattara 'ya vermemişlerdi karnesini... Çabaladı durdu, notunu yükseltmek için... Her gol pozisyonunun altında onun payı vardı... Torpilli talebe Gökdeniz sırasında da oturmadı, daha da öteye gidip kapının önünde dikilerek bekledi onca dakika zilin çalmasını... İhsan hocası da Ziya hocası gibi göz yumdu torpilli çocuğa... Ses çıkartamadı, "geç otur" diyemedi...Çıkarsa, belki de bir çok insanın staddan çıkarken ağzından çıkacak ilk teknik direktör adayı olacaktı. Futbolcuları devre arasında "ısındırmaya çıkartamayan", sonra ilk değişikliğini ikinci yarının 4. dakikasında yapan bir teknik adama bu insanlar nasıl güvenecek? Futboluyla sahada tek devre dahi kalması lüks bir Gökdeniz 'e nasıl 90 dakika sabredilebilir?.. Daha 10. dakikada S.O.S vermeye başlayan rakibin elek yaptığı kanatları, bir teknik adam nasıl göremez? Elek oldu, hele hele sol kanat... Musa Büyük her defasında sildi süpürdü karşısındakileri... Orta sahayı elini kolunu sallayarak geçti İstanbulspor... Gökdeniz derse girmemişti... Hasan 'ı, Hüseyin 'i Volkan 'ı bitik haldeydi... Ya defans ve kaleci Hasan gününde olmasaydı? Takımının yarısı olmayan, lig 15.'si İstanbulspor tarihi bir farkla ayrılacaktı dün Trabzon'dan... Ama şansları yoktu...