Bizi devalüasyon yıktı

A -
A +

Hükümet bunalımın üzerinden 14 ay geçtikten sonra nihayet bankalarla ilgili en ciddi operasyonu başlattı. Çünkü bankalar ekonominin can damarı. Bu damar tıkandığı takdirde sanayinin eli ayağı tutmaz oluyor. Bir ülkede büyük bir ekonomik kriz yaşanıyorsa Devlet, bankalarla reel sektör arasında arabuluculuk yapmağa mecburdur. Aksi halde Arjantin gibi topyekun batış kaçınılmazdır. Uluslararası kurallara göre sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 8'in altında olan bankalar son derece zayıf ve risklidir.Türkiye'de ise birçok bankanın sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 5-8 arasında. Büyük bir bölümü ise 0-5 arasında.. Bir kısmı ise negatif, yani sıfırın altında. Yani işleri tek kelime ile berbat.. Yine geç kaldık Son kararı mercek altına alalım. Sermaye yeterlilik oranı yüzde 5'in altında olanlarda devlet koyduğu kaynağa karşılık hisse alacak. Yüzde 5'in üstüne çıkarsa, hisseye dönüştürülebilir, sermaye benzeri bir borç veriyor. 7 senelik tahvil.. Borcun en kısa zamanda ödenmesi için bir teşvik yok. Eğer bu borç ödenmezse nasıl hisseye çevrileceği belli değil. BDDK'ya bu konuda büyük yetki ve sorumluluk veriliyor. Devlet 2001 Temmuz ayına kadar kur garantisi vermişti. Enflasyonla mücadele programına inananlara düşük faizli tahvil satmıştı. Bankacılık sistemine devletin el uzatmasının sebebi şu; İyi niyetle işini kanunlar dahilinde yapan bankalar dahi yüksek devalüasyon ve faizlerdeki patlama sebebiyle sermayelerini yitirdiler. Her işte olduğu gibi bunda da geç kaldık. Bir sürü banka battı. Zararları milyarlarca doları aştı. Atı alan Üsküdar'ı geçti. Yaşanan ekonomik kriz Kasım 2000'de başladı. Şubat 2001'de zirveye çıktı. Soruyoruz: Bankaları kurtarmak için neden bu kadar beklendi? Reel sektörün tamamen iflas bayrağını çekmesi mi istendi? Şeffaflık yok Bu uygulama ile iki konu devre dışı bırakılıyor. Bunlardan birincisi, kamu bankası çalışanlarıyla ilgili.. Bu devlet memurlarının hukuki ve cezai sorumluluklarına getirilen sınırlama.. Komisyon bunu kaldırıyor. Eğer tasarı bu şekliyle yasalaşırsa, elinde büyük bir atıl kredi kaynağı olan kamu bankaları İstanbul Yaklaşımı çerçevesinin dışında kalacak. Şimdi bu şartlar altında hangi bürokrat yüksek riskli şirketlerin borçlarını yeniden yapılandırıp taze kaynak sağlar? İkinci önemli konu, kurulması düşünülen varlık yönetim şirketine fonun da ortak olacağı.. Fon ortak olmazsa bu şirket veya şirketlerin kurtarılma ihtimali kaybolur. Yani devlet bankalara ortak oluyor. Ama bu konuda hem meclis hem de kamuoyu yeterli derecede bilgilendirilmiyor. 4 milyar $'lık kaynak Bankacılık tasarısı işte sermaye yeterlilik rasyosu zayıf ama yine de pozitif olan bankalara doğrudan yardım yapmayı planlıyor. Bu kurumlara 4 milyar dolara yakın bir kaynak aktarılıyor. Bu uygulama sanki bankaları değil banka sahiplerini kurtarmaya yönelik bir operasyon olarak görülüyor. Yani hem reel ekonomiye yardımcı olmayacak, hem de bir haksızlık örneği oluşturacak. Neden bankalar operasyonuna gerek duyuldu? Zira bankalar sermayesiz kalmıştı. Banka ne yapar: Mevduat toplar, diğer bankalardan borç alır ve bulduğu bu kaynağı kredi olarak kullandırır veya bazı senetler alır bilançosuna koyar. Daha açık bir ifadeyle bankacılık, tasarrufları reel ekonomiye aktarma konusunda aracılık yaparlar. Bankalar neden battı? Bunu bir misalle açıklayalım. Bir banka döviz cinsinden kaynak toplar.. Döviz tevdiat hesabı açar ve yurtdışından sendikasyon kredisi bulur. Sonra bu kaynakları TL kredisi olarak verir veya TL cinsi bono alır. Buraya kadar herşey normal. Bakın tablo nasıl 180 derece değişiyor. Aniden bir devalüasyon olursa, bankanın sahip olduğu varlık bir anda o devalüasyon oranı kadar değer kaybeder. Ama borçları döviz olduğu için kesinlikle değişmez. Yani bankanın sahip olduğu kıymetlerle borçları arasında kapatılması imkansız bir uçurum meydana gelir. Sonunda banka yükümlülüklerini yerine getiremez, batar. İşte sermaye yeterlilik rasyosu bu durumlar için vardır. Uluslararası bankacılık ilkelerine göre riskli banka sahibi elindeki riskli kağıtların yüzde 8'i kadar bir kaynağı rezerv olarak tutar.. Alınan senedin riski düşerse bu oran da düşüyor. Ama bu para banka sahibinin cebinden çıkar. Eğer bankanın elindeki senetler yüzde 8 değer kaybetse bile bankanın bu zararı karşılayabilecek gücü olur.... Çünkü konmuş olan sermaye, varlıklarla yükümlülükler arasındaki farkı kapatır. Peki bankanın elindeki senetlerin değeri yüzde 8'den fazla düşerse? İşte o zaman sermaye yeterlilik oranı negatife geçer. Elindeki varlıklar bankanın yükümlülüklerini karşılamaya yetmez. Kötü yönetimin sonu İşte bizde de olan böyle bir şey. Kriz nedeniyle bozulan bazı bilançolarını düzeltmek için devlet bu bankalara sermaye 'verecek'. Eğer bankacılık sektörünün bu hale gelmesinde kötü yönetimin ve ihmalin rolü varsa sorumluları bunun bedelini açıkça kabullenmek ve maliyeti neyse ödemek zorunda. Bu operasyona neden ihtiyaç duyuldu? Zira banka yönetimleri risk kavramını yanlış algıladılar ve uyarılara kulak tıkadılar, gerekli mesleki yaptırımları tatbik etmediler. Yani çok kötü yönetildiler. Bu yüzden sermaye yeterlilik oranları sıfırın altına indi. Bu kötü yönetimin hesabı sorulmadan bankalara sermaye aktarılırsa... suçlu olan yöneticiler ve banka sahipleri kurtarılmış olmayacak mıdır? İşin en can alıcı noktasına geliyoruz. Bu kişilerin gelecekte aynı yanlışları yeniden yapmayacaklarını kim garanti edecek? Lütfen söyler misiniz. Faiz silahı devrede Yeni yılın ilk haftasında piyasalar oldukça hareketliydi. 3 gün açık kalan borsalara Merkez Bankası'nın açıkladığı para politikası ve enflasyon rakamları yön verdi. Dikkati çeken en önemli konu, enflasyon hedeflemesi oldu. Merkez Bankası, artık piyasalardaki aracılık rolünü bir plan dahilinde bırakıyor. Ayrıca artık MB kura müdahalelerini en alt düzeye çekecek. Çok gerekli olduğu ortamlarda döviz satış ihalesi yaparak müdahale edecek. Herkes merakla bekliyor, faiz indirimi yapılacak mı? Yapılan resmi açıklamada bankaların fonlama maliyetlerini belirleyen kısa vadeli faizlerde bir miktar kısıntıya gidilebileceği belirtidi. Bu indirim, enflasyonun düşeceği öngörülerek yapılacak ve dar bir aralıkta tutulacak. Yani MB faiz silahını kullanarak piyasalara müdahale edecek. Endeks 15 bini aşar Geçen hafta açıklanan enflasyon rakamları piyasaların beklentileri doğrultusunda gerçekleşti. Bu haftaya ise Hazine'nin yapacağı ihale damgasını vuracak. 3 katrilyon liralık ödemesiyle Ocak ayının en yüklü ödemesini gerçekleştirecek olan Hazine ihalesine gelecek olan talep ve oluşacak faiz oranları büyük önem arzediyor. Döviz cephesinde ani bir yükseliş görülmüyor. Dolar 1 milyon 400 bin lira seviyesinin altına inecek. Avrupa'da tatilin sona ermesiyle birlikte Euro aktif olarak piyasalara katıldı ve ilk günlerde değer kazanarak doların en ciddi rakibi olacağını gösterdi. Borsa ise olumlu bir seyir izleyecek. Tütün Yasası aynen geçti. İhale yasasında ise uzlaşma sağlandı. ABD'ye ciddi bir ziyaret yapacak olan Başbakan Ecevit'in gündemi bütünüyle ekonomi olacak. Yani ABD'den koparılacak olan tavizler borsayı zıplatacak. IMF'yle yapılacak olan yeni stand by anlaşmasının ardından yabancı yatırımcıların Türkiye'yi yeniden üs seçmelerine kesin gözle bakılıyor. Bu gelişmelerle bileşik endeks bu hafta 15 bin puanı devirebilir. Hedefi ise 17 bin puan. Ancak bu arada bir hatırlatmada bulunalım. Son çıkışlardan sonra beklenen bir düzeltme hareketi henüz gerçekleşmedi. Bu yüzden yukarı hareket sırasında güçlü bir satış dalgası da gelebilir. Dikkat edilmesi gereken ikinci önemli konu işlem hacmi. Eğer çıkış sırasında yüksek işlem hacmine ulaşılıyorsa bu kalıcı, aksi halde gelip geçici bir dalgadır. Yatırımcılara bol kar altında bol kazançlı bir hafta diliyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.