CHP ve muhalif medya Bartın’daki facia üzerine ağızlarına geleni söylüyor. Yok gaz kaçağı varmış, yok gaz dedektörleri çalışmamış, yok grizu patlama riski dikkate alınmamış… Sayıştay’ın bundan 3 yıl önce yayınlanan raporunda, deniz seviyesinin 300 metre altına inildiğinde, üretim yapılan damarlarda gaz içeriklerinin yüksek olduğu bu nedenle ani gaz boşalmaları ve dolayısıyla grizu patlama riski artıyor, uyarısını gerekçe olarak gösteriyorlar... Deniyor ki, 300 metrenin altında kömür çalışması yapmak çok riskli, gaz sıkışması ve ani patlamalar yaşanabilir. Son 3 yıldan beri bölgedeki maden ocaklarında 300 metrenin altında üretim yapılıyor, böyle elim bir kaza yaşanmadı, peki bu nasıl oldu?.. Sayıştay’ın raporu 2019 yılına ait… Yer altı sürekli değişkenlik gösterir. Gaz yükselmesi veya düşmesi anlık bir olay. Sürekli değildir... Önemli olan iş sağlığı güvenliği ekiplerinin raporları, bunlar açıklanınca ihmal var mı yok mu her şey ortaya çıkacak. Sayıştay raporlarını dikkate almamak lazım...
Yapılan araştırma ve hesaplamalara göre Zonguldak bölgesinde 515 milyon tonu görünür, 369 milyon tonu mümkün, 425 milyon tonu muhtemel ve 8 milyon tonu hazır olmak üzere toplam 1 milyar 317 milyon ton taşkömürü var. Türkiye Taşkömürü Kurumu kurulduğu 1942 yılından bugüne 400 milyon ton taş kömürü üretti... Kömür 1930'lu yıllardan itibaren etkin olarak santrallerde ve demir-çelik fabrikalarında kullanılan çok yüksek randımanlı bir maden. Türkiye'de 35 dev kömür madeni var. Doğalgaz krizi dolayısıyla kömürün enerji üretimindeki önemi büyük ölçüde arttı. Sayıştay raporunda 300 metre sınırı getirildiği için daha derinlere inilmeyecek mi? Bu çok saçma bir gerekçe! Oysa Zonguldak bölgesinde tespit edilen kömür rezervleri deniz seviyesinin 1200 metre altına kadar gidiyor. Bunun kesin ölçüsü yok. 200 metrede de grizu patlaması olur, 100 metrede de. 6 Cumhuriyet savcısı olayı tepeden tırnağa soruşturuyor. Suçlular mutlaka cezasını çekecek. Ama anlaşıldığı kadarıyla korkunç olay o kadar kısa sürede ve o kadar yüksek basınçla gerçekleşmiş ki, bunun tedbiri nasıl alınır ve nasıl anlaşılır, belli değil...
Bildiğim ve hiç değişmeyen ana kural var: İnsan sebebe yapışır tedbir alır, sakınıyorum, der. Ama Allah’ın takdiri kulun tedbiri ile değişmez. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yüzden “Biz kadere inanmış insanlarız” dedi. Anlamadılar. Kimse kaderin önüne geçemez. Bir saniye ne uzar ne kısalır. Cenab-ı Hakk ne yazmışsa aynen gerçekleşir. Şöyle olsaydı, böyle olsaydı, şu olurdu bu olurdu, denilemez. Hayır! O öyle olacak, bu tablo yaşanacak. Çünkü Allahü teala öyle murad etti...
Depremler nasıl gerçekleşiyor. Tedbir alınmıyor mu, alınıyor. Önleyebiliyor musunuz, hayır… Gece de oluyor, gündüz de... Bir dakikada koskoca şehirler, yıkılıyor, binlerce insan hayatını kaybediyor. Bu gerçekleri inkâr edenler, kabul etmeyenler, kadere inanmayanlar yok mu elbette var. Ama onların bu tutumları sonucu hiçbir zaman değiştirmiyor, bugüne kadar değiştirmedi bundan sonra da değiştiremeyecek. Bizim görevimiz yaşanacakları bilmediğimiz için tedbir almak, zira Allah katında tedbire yapışmaya mecburuz. Fakat bu tedbir kaderimizi değiştirmiyor... İster inanın ister inanmayın, bu tamamen size kalmış. Düzen intizam böyle kurulmuş böyle gidecek, böyle sona erecek. Şu duayı dilinizden hiç düşürmeyin: Allah sonumuzu hayreylesin. Âmin…