Ekonomide dengeleri sağlamak giderek güçleşiyor. Nedense biz hep vur deyince öldürürüz. Kraldan fazla kralcı oluruz. Sonunda iki yakamız bir araya gelmez. İstikrar programında kamu harcamalarına fena taktık: "Çok fazla. Aşırı.. Derhal indirilmeli.. Enflasyonu körüklüyor. Üretime ağır barbe vuruyor." Sonunda işini bitirdik. Kökünden hallettik. Kamu yatırımları tamamen durdu. Azami tasarruf yapıldı. Yani devletin eli-kolu bağlandı. Şimdi hiçbir iş yapamaz hale geldi.
Bu ortamda ne bekleniyordu. Kamu gelirleri artacaktı. Arttı mı? Hayal!
Bir devletin geliri nasıl artar? Vergilerle. Vergiyi kim verir? Üretip, kazanan. Yüzde 8'lik küçülen bir ekonomide hangi şirket üretimini arttırıp, vergisini yükseltir. Bilen varsa beri gelsin. Ülke ekonomisi felç oldu. Deniliyor ki, vergileri arttıralım. Daha önce konulanları bu millet ödeyemiyor, yenisinin hakkından nasıl gelecek? Peki ne olacak?
2001'deki krizlere kamudaki aşırı harcamaların getirdiği dev açıklar yüzünden girmiştik. Şimdi ise devletin gelirleri düştüğü için aynı açıklar yine kapıya dayandı. Yani.. Yanisi şu, yeni bir kriz kapıda.
İhracata darbe
Dolar düşüyor, faizler iniyor diye seviniyoruz. Enflasyonun frenlenmesi açısından dövizin ateşinin düşmesi elbette iyi bir gelişme. Ama bu normal şartlarda olmak zorunda. Türk Lirası reel anlamda değer kazanmak zorunda. Aşırı ucuz döviz ithal malların cazibesini de aynı oranda arttırıyor. Zaten krizlerden beli kırılan yerli üretici bu durumda yapacağı işlerden de vazgeçiyor. Döviz neden geriledi? Talep yokluğundan. Yani ne sanayicinin üretimini arttırmaya gücü kaldı, ne de vatandaşın tasarruf ederek döviz alacak hali var. Bu durumda fiyat elbette kırılıyor.
Hükümet, devletin gelirlerini arttırmak için döviz kazandıracak kaynak bulmak zorunda. Bunun tek bir yolu var: İhracat. Üretim olmadan ve de yerlerde sürünen bir dolar fiyatı ile kim çıkar da ihracat yapar?
Yurtdışına mal satışları büyük darbe yiyor, kimse farkında değil.
Faizler yüzde 120'lerden yüzde 70'lere geldi. Güzel. Ekonomi canlandı mı? Hayır! Bankalarımız kredi musluklarını açtı mı? Hayır! Neden? Çünkü kasap et, koyun can derdinde. Bankalar, daha önce aldıkları sendikasyon kredilerini ödeyebilmenin telaşında. Bu durumda kimse kalkıp da sanayiciye kredi vermez, vermiyorlar da. Bütün bu tesbitlerimiz "Battık, batıyoruz" edebiyatı yaparak moralleri bozmak değil. Bu topraklarda doğup büyüyen her Türk vatandaşı gibi biz de bu canım vatanımızın ele-güne muhtaç olmadan büyümesini ve halkımızın yüzü gülerek dolaşmasını elbette yürekten istiyoruz. Ama görünen tablo maalesef anlattığımız gibi..
IMF ertelerse
Cumhurbaşkanı Sezer, IMF'nin ısrarla üzerinde durduğu "Bankacılık Yasasını" kısmen de olsa veto edip Meclis'e geri gönderdi. İşler tam düzelecek derken, yeniden karıştı. IMF yönetimi, kendisine sunulan "Niyet mektubundaki bütün şartları Ocak ayı sonuna kadar tamamlayacağız" sözüne güvenerek Türkiye konulu toplantısını 4 Şubat olarak ilan etti.
16.4 milyar dolarlık kaynak bu toplantı sonunda serbest bırakılacak, biz de uzun bir aradan sonra rahat bir nefes alacaktık. Şimdi bu iş yarım kaldı. Ve büyük bir ihtimalle IMF toplantısını erteleyecek.
Tam piyasalarda kaybolan güven havası geri geliyor derken birdenbire yerini kaosa terkedecek. Hatırlayın, Kasım ve Şubat krizleri bu havayla gelmişti. Bugün hem borsa hem de döviz piyasaları karışacak.
Yatırımcıların gözü Sezer'deydi. Ekonomik durgunluk nedeniyle zaten borsa ayakta sallanıyordu, şimdi tam düşecek. Rehavete kapılan ve her şey olup-bitti gözüyle gelişmeleri değerlendiren hükümet telaşa kapıldı.
Türkiye'yi perde arkasından IMF yönetiyor. Ya bilmiyorlar, ya da kabullenmek istemiyorlar, ama bir gerçek var: "Parayı veren düdüğü çalıyor"
.......
VEDA NOTU: Saygıdeğer okuyucularım, bugünden itibaren yaklaşık 1.5 yıldan beri yürüttüğüm Türkiye Gazetesi Ekonomi Servisi Müdürlüğü görevim sona ermiş bulunuyor. Artık karşınıza, gazetemizin kardeş kuruluşu olan TGRT'de yapacağım "Ekonomik Programlarla" çıkacağım. Bana ulaşmak isteyenler (nbatirel@tgrt.com.tr