Artık herkesin ezbere bildiği bir Arap atasözü var. “Evvel refik, ba'de't-tarik”. Yani önce yol arkadaşı, sonra yol. Çok uzun zaman doğru bildiğim, zannettiğim bu söze artık muhalifim.
Yol arkadaşı yolu kolaylaştırır, zorlaştırır, keyifli hâle getirir, azaba dönüştürebilir. Ama yol arkadaşı, yoldan önce gelmez. Esas olan yoldur, hedeftir.
Eğer öylesine bir gezintiye çıktıysanız o başka. Eğer yol arkadaşınızla konuşacaklarınız varsa o zaman yol teferruat.
Ama kutlu bir hedefe yürüyorsanız o zaman yola başladıklarınızdan bazıları yoldan dönebilir. Sözünden, vaadinden dönebilir. Pes edebilir. Hatta yola çıkış niyeti bile halis olmayabilir. Yarı yoldan dönerek sizi de döndürmek istiyor bile olabilir. Baştan niyeti iyi olup da sonradan birileri aklına, kanına girmiş olabilir. Ne yapacaksınız o zaman? Yoldan dönecek misiniz? Hedeften mi vazgeçeceksiniz?
Özellikle de kutlu yolculuklara, zor hedeflere yürüyen büyük liderler yola çıktıklarını yolda kaybedebilir. Yola çıkmaya yeten bir kalibresi olup da yolun devamında, zorlu tırmanışlarda kalibresi yetmeyebilir. Ona “sen burada kal, bizi yavaşlatma” denilebilir. Ama kendisi asla yoldan vazgeçmez. Zira büyük liderlerin yolculuklarının bütününe baktığınızda onlarca, yüzlerce yol arkadaşı değiştirdiğini görürsünüz.
Herkes aynı motivasyonda, aynı kararlılıkta, aynı güçte ve kuvvette olmaz. Hatta iki yol arkadaşının bile kararlılığı, gücü ve motivasyonu bir olmaz.
Gidene, yarı yolda bırakana üzülmek olmaz. Gelene yok demek, geri çevirmek olmaz.
Zira eğer önemli, değerli, kutlu bir yolculuksa hedef, yol arkadaşından önemlidir.
Geçtiğimiz hafta Büyükçekmece’de bir özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine gittim. Yarım günümü orada geçirdim. Okul müdürünün odasında sohbet ederken kapı aralandı, küçümen bir erkek çocuğu uzun uzun baktı kapıdan. Sonra dönüp arkasını sessizce uzaklaştı.
Neden bilmiyorum çok etkilendim o çocuğun bakışlarından. Hoca baktığımı mı fark etti yoksa onun da içinde yara olduğu için mi söyledi bilemiyorum, bana dönüp “Biliyor musunuz Ömer Bey, bu çocuğumuzun adı Ensar. Üç yaşında. Ailesi otizmli olduğu için ve baş edemedikleri için onu bir yere yatılı vermişler. Sadece hafta sonu alıyorlar.” dedi.
Şimdi siz nasıl ki anlam veremediyseniz bu söylediklerime, ben de durdurdum hocayı. “Hocam baştan al lütfen beynim durdu” dedim.
Çocuğun yüz ifadesi tekrar düştü gözümün önüne. Âdeta bulmaca çözülmüştü. Çocuk bana beden diliyle, yüz ifadesiyle anlatmıştı aslında da ben anlamamıştım.
Bizim bulunduğumuz özel eğitim merkezinin yakınında bir spor okulu ile anlaşmış aile. Çocuk hafta içi spor okulunda kalacak. Gün içinde de özel eğitim için içinde bulunduğumuz özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine gelecek. Onun dışındaki tüm vakti spor okulunda geçecek.
Okul müdürü hiç içine sinmediği için sık sık yanına gidiyormuş. Üç yaşında, konuşmayan, derdini anlatamayan bir çocuk tek başına spor okulunda ne yapar.
“Bir gün gittiğimde Ensar’ı yerde uyurken buldum, üstünde hiçbir şey yok, elimi koydum yanağına, buz gibiydi. Kaldırdım yerine yatırdım” dedi okul müdürü. O anda bütün bedenimin buz gibi olduğunu hissettim.
Eskiden sosyal medyaya bir şey yazıldığında ilgili bakanlıklar hemen harekete geçerdi. Şimdi nedenini bilmediğim bir şekilde, belki çok yoğun olduklarından yazmakla yetinmeyip bir de yetkili birilerine ulaşmaya çalıştım. Sonunda da ulaştım. Bakanlık yetkilileri iki gün sonra bir akşam sürpriz ziyaret yaptılar spor okuluna. Aile de hemen gelmiş. “Her zaman bırakmıyoruz” demişler. Durumlarının zorluğunu anlatmışlar. Bir daha bırakmayacağız demişler. Devletimiz bundan sonraki süreci takip edecek. Ben de öyle.
Ömer Ekinci'nin önceki yazıları...
Hadîs-i şerîfde, (Ev satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araşdırınız! Yola çıkmadan evvel, yol arkadaşınızı seçiniz!) buyuruldu... Yola en az üç kişi çıkmalı ve biri emîrleri olmalıdır. (Tam İlmihâl Se'âdet i Ebediyye)