Son yıllarda, ne yaparsak yapalım, en keyifli anımızda bile üç düğüm beliriveriyordu boğazlarımızda. Bir yanımıza bakıyoruz, Suriye’de evlerinden yurtlarından edilmiş milyonlar, diğer yanımız Gazze, silahlı güçlere direnen ve maalesef şehit olan kadınlar, çocuklar, bebekler. Bir de içeride, her an patlamaya hazır kalleş pusularıyla canımızı yakan PKK gerçeği.
Ardı ardına önce Suriye’de 15 gün içinde 61 yıllık Baas rejimi çöktü. Akabinde PKK’nın şartsız silah bırakması için bir süreç başlatıldı. Son olarak da İsrail’de Netenyahu için yavaş yavaş yolun sonunun görünmesi ve Filistin halkına karşı ateşkesin masada olması ile karşılaştık.
Her biri için de onlarca teori üretildi. Hepsine ayrı ayrı karşı çıkanlar oldu. Karşı çıkmasa da beğenmeyenler, beğense de inanmayanlar çıktı.
Kafalarımız karışık mı? Karışık. Soru işaretlerimiz var mı? Var. “İnşallah altından bir bit yeniği çıkmaz” diyor muyuz, vallahi her biri için diyoruz.
Çünkü karşımızdakiler dünyanın en hain, en omurgasız, en namert düşmanları. Güvenilmezler ordusu.
Ama şöyle hep beraber arkamıza yaslanıp da güçlü bir “Elhamdülillah!” demek de hakkımızdır kanaatimce.
Ve bu süreçlerde emeği geçen, özellikle Suriye ve Filistin’deki çocukların, annelerin, yaşlıların, yetimlerin gözyaşının dinmesine iğne ucu kadar katkı sağlamış olan herkesten Allah razı olsun.
Türkiye hariciyesinin de bazen sesli, bazen sessiz ve derinden yürüttüğü politikaların bu süreçlerde etkili olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de Türkiye’nin dış politikada son yıllarda oluşturduğu hava yadsınamaz.
Tekraren, emeği geçen herkesten Allah bin kere razı olsun ve iyi ki Türkiye var.
Eskiden ekim - kasım - aralık ayları ve yeni yılın ilk ayları birçok sektör için çok ciddi çıkış aylarıydı. Biz 30 yılı aştığımız kendi işimizde hep şunu görüyorduk. Yeni yıla yeni barkod sistemiyle ya da depo otomasyonuyla girelim, el terminallerini, barkod yazıcıları yenileyelim diye yüzlerce şirket sistemlerini yeniler ya da yeni sistem alırdı.
Son yıllarda gitgide artan bir trendle işler kademe kademe azaldı.
Şu anda tam olarak sektördeki büyük oyuncuları tehdit eden bir hava hâkim. Zamanında ölçeğini küçültmüş, giderlerini azaltmış, faizden, bankadan, krediden, kredi kartından kurtulmuş, aynı işi daha az personelle yapmaya yönelmiş şirketler için ise tam da istenilen ortam.
Çünkü büyükler hareket kabiliyetini kaybetti, küçükler ise öz sermayesiz, müşterisiz, stoksuz yakalandı, ne varsa orta büyüklükte var. Büyükseniz orta ölçeğe dönmeye, küçükseniz ne yapıp yapıp biraz öz sermaye edinmeye, müşteri kazanmaya bakın.
Bu konunun altını çizmek durumundayım. Biz ailelerimizden ne öğrendik? Tasarruflu ol, müsrif olma, paranı ihtiyatlı harca. Bu memur ya da işçi aileleri için kabul edilebilir. Zaten şu anki maaş gelirleriyle tasarruflu olmak, parayı ihtiyatlı harcamak bir seçenekten öte zorunluluk.
Ama özellikle esnaf, tüccar, girişimci, iş insanı olan kişiler ve hatta bu kişilerin genç olanları için tanıdığım ve varlıklı olan insanlardan öğrendiğim bir şeyi paylaşacağım.
Tasarrufla zengin olunmaz.
Ama ticaret yapan, üretim ya da al-sat işleri yapan, toptancı ya da perakendeci, bu insanların tasarrufla zengin olması imkânsızdır.
Esnaf ve tüccarın zengin olmasının tek yolu atılım yapmaktır. On tane satıyorsa, yüz taneye yatırım yapıp onun borcuna girmek. (Krediye değil, firmalar arası vadeli borç). O borcun sizi kamçılaması daha çok çalıştıracak, daha çok geliştirecek, daha kârlı işler yapmaya sevk edecek.
Misal, şu anda ev almak için neredeyse her yol tükenmiş durumda. Milyonlarca lira kimsenin kenarda parası yok, varsa da ticarette döndürmek daha mantıklı. O zaman yapılabilecek tek yol kalıyor. Eğer mevcutta bir ticari işletmeniz varsa müteahhidin karşısına oturup, ne kadar kazandığınızı, işinizin hacmini gösterip taksitle ev almak. Çünkü onların da ellerindeki evleri satmaya ihtiyacı var. İki sene bekleyecek olan bir ev için iki senede 24 taksit ödeme almış olmak, “akmasa da damlıyor” dedirtiyor müteahhide.
Ömer Ekinci'nin önceki yazıları...